Dün gece saat 24'e 10 kala eski koca aradı ve benden çok çok alakasız bir şey istedi. Evime gelip alacaktı. Birisine lazım olmuş, kendisine de değil. Oğlunu almaya gelmeyen, sadece ben götürdüğümde görmek için çaba gösteren bu adam birileri hasta oldu, onlara kendini iyi gösterecek diye benden kalkıp gecenin bir vaktinde ona baharat vermemi istedi. Bu olay beni şimdi anlatacaklarımı yazmaya sebep oldu.
Önemli not:- Ben psikolog değilim, eski kocanın da kişilik bozukluğuna sahip olduğuna dair bir raporu yok ama psikologun bana söylediği ve yaşadıklarımızdan çıkan sonuçlara göre belirlenen bir teşhistir. Bu yazacaklarımın tamamı kişisel deneyimlerimdir.
Vikipedi kişilik bozukluğunu aşağıdaki gibi tanımlar:
Kişilik bozuklukları uzun dönemli, şiddetli ve dirençli düşünce ve davranış kalıplarıyla karakterize olmuş zihinsel bozukluklar sınıfıdır. Kişilik bozukluklarının tanımlanması ve kategorize edilmesi zordur. Kökeni kalıtsal veya çevresel olabileceği gibi, hem kalıtsal hem de çevresel olabilir. Kişisel bozuklukların tanımında kişinin içinde bulunduğu kültürel ve sosyal ortam çok önemlidir. Bir durumun kişilik bozukluğu olarak teşhis edilmesi için kişisel ve/veya sosyal yaşamında önemli oranda sıkıntı ve bozukluğa yol açacak bir davranış düzeni bulunmalıdır.
Kişilik problemleri çok çeşitlidir. Ancak hepsinin sergilediği ortak yan, dış dünyanın taleplerini ve sınırlamalarını kabul etme yeteneğinin noksanlığıdır. Bu bozukluklar kişinin davranışlarını, ailesiyle veya işteki ve eğlencedeki insanlarla ilişkilerini etkiler.
Bir kimseye kişilik bozukluğu teşhisi konulmadan önce, doktorların kişilik bozukluğu değişiklikleri araştırmaları ve bulunmadığını belirlemeleri gerekir. Ekseriyetle kişilik bozukluğu olanların çocukluk döneminde duygusal problemleri olmuştur.
Kişilik bozukluğu bulunanlardan ancak beşte biri psikiyatrik destek ve tedavi istemektedir. Çoğu, evlilikte, düzgün bir iş hayatı yürütmekte ve arkadaşlıklarında, uzun zaman devam eden zorluklar yaşar.
Kişilik bozukluğu olan insanlarla ilişki kuran ve zamanla yanlış giden şeylerin fakına varan ben gibi kadınlar, aslında en başından ilişkinin tohumları atılırken bazı “kırmızı (uyarı) bayrakları” gördüklerini fakat kendi karakterlerindeki bazı durumlardan (bağımlı kişi - ben kendime direkt geri zekalı diyorum) dolayı, bu uyarıları dikkate almadıklarını fark ederler.
Benim uyarıları bayrağımın ilki, en başına, tanışma anımıza dayanır. Eski koca, cüzdanını kaybetmişti. Kendisini ortak bir arkadaş yolu ile tanıyordum ve arkadaşımın ricası üzerine kendisine borç para vermiştim. O vakitler üniversitedeydik ve arkadaş grubumdaki birçok kişi okulu bitirip bir an önce hayatının bir sonraki adımına hazırlanmaya çalışırken, eski koca (kendisine bundan sonra EK diye hitap edeceğim) derslerinden kalıyor, sabah okul’a gelemiyor, ödevlerini zamanında teslim etmiyordu. Bir an önce evlenelim diyordu ama bir yandan da hiç gelecek ile ilgili net bir planı yoktu. Hep olmayacak hayalleri vardı. Anlatıldığında çok mantıklı olan ama gerçekleşmesi için ortada somut bir sebep olmayan hayalleri vardı. Dünyanın parasını kazanacaktı, az çalışıp çok para kazanacaktı. Boy boy çocuklarımız, dönüm dönüm arazilerimiz, sıra sıra evlerimiz olacaktı. Ben ise sadece bu adamın heyecanına kapılıyor ve hikayelerindeki, eş, anne, sevgili imgemi istiyor bunun anlattığı çalışkan koca, eş ve sevgili imgesine aşıktım.
İlk hamileliğinde bebeği istemedi, ikincisinde de. Üçüncüsünde, oğluma hamile kaldığımda, artık baba olmaya hazır olduğunu söyledi. Benim sağlığım veya var olan çocuk değildi ki önemli olan. ONUN baba olmaya hazır olup olmadığıydı ki önemli olan. Ben de salağım ya, babamla annemin ilişkisini istemediğim için kendi evliliğimde; kocam ne dese he der geçiyordum, ona karşı çıkamıyordum. çıktığımda aptal olduğumu, neyin ne olduğunu bilmediğimi söylerdi. İnancımın aptallık olduğuna inandırırdı beni. Gerçekten aptaldım, gerçekten!
Önce ailemden uzaklaştırdı beni. Ben zaten kandırılmaya hazırdım, baskıdan bıkmıştım. Evdeki kavga gürültü, dayak, sorun artık bana yetmişti. Bu durum işine geldi. Tüm ailem o oldu. Ondan başka düşünecek bir tek işim kalmıştı artık. Kendisi çalışmadığı için, işim bize lazımdı. Hep bir borç vardı, hep bir maddi kaygı. Geçinemiyorduk. Markete gidip, alışveriş yapıp, kredi kartının ödeme yapmadığı için utana sıkıla her şeyi kasada bırakıp çıktığımız çok gün hatırlıyorum. Ben alışverişi sevmediğim için çok sorun değildi ama o severdi. Her şeyin en pahalısı, en kalitelisini isterdi. Bende sevgimden dolayı hep mutlu olsun, yüzü gülsün isterdim. Daha ucuz bir ayakkabı, daha uygun fiyatlı bir tuvalet kağıdı alamazdım eve. Hep daha iyisini hak ettiğimizi söyler ama bunu maddi üstünlüğü karşılayacak bir işe de girmezdi.
Çok kültürlüydü, gerçekten zekiydi. Dünya aptaldı, tek o akıllı. Bende aptaldım. Saatlerce savunurdum fikirlerimi, sonra vazgeçerdim. Bırakırdım. En güzel yemeği o yapar, en güzel yazıyı o yazardı. Yıllardır yazar olmak isteyen ben, ona yazdığı bir şiir ile dalga geçtiği için yazmayı bıraktım.
Çalışamazdı bir yerde uzun süre. Birilerinin, bir müdürün, bir patronun ona ne yapması gerektiğini söylemekten hoşlanmazdı. Hep kendi işini isterdi, ben de çalıştığım için ona bu konuda destek olurdum. Neyse ki hiç böyle bir şey yapmadı. Kendi işini açsaydı kim bilir ne felaketler yaşardık. 13 yılda 5-10 farklı iş yerine girmiş çıkmıştır, en uzun çalışması da aynı iş yerinde 1 yıldır.
En son yaşadığımız şehir, çalıştığım işi de eleştirmeye başladıktan sonra taşındık. Zaten hep mutsuzdu, onu bildim bileli uyku ile sorunu vardı. Bütün gece oturur oyun oynar, bütün gün uyurdu.
Beni hep eleştirirdi. Saçım, kilom, kıyafetim, yaptığım iş hep bir sorundu. Ben hiç yeterli değildim onun için. İş yerimdeki önemli, kilometre taşı başarılarımın arkasında hep kendisini koyardı. Fikir hep onun fikriydi, hatta o yapmıştı projeyi. İş arkadaşlarımla evde çalıştığım günlerde, konuya girer sanki kendisi konu ile ilgili aşırı deneyimliymiş gibi saatlerce neyi nasıl yapmamız gerektiğini anlatırdı. Kimsenin onu anlamadığını, patronların aptal olduklarını, ona bir kalsa ah o bir patron olsa, o nasıl mükemmel bir şirket olurdu!
Bana hep hoşuma gitmeyen biçimlerde dokunurdu. Hassas bir insandım hep. Çocukken toka bile taktırmazdım kafama, cildim acırdı. Bunu bilirdi ama canımı acıtırdı, bilirdi canımı acıttığının farkında olurdu. Hassas olduğumu bilirdi. Kızdırır ondan sonra kendisinin beni kızdırmadığımı savunurdu. Üzerdi beni. Bilirdi üzdüğünü; insan bilmez mi kaç yıl bir arada yaşadığı insanı. Ona göre hep sorun bendeydi, ben de inanırdım. Kendime mektuplar yazardım: kocama karşı daha hassas, daha nazik olacağıma söz veriyordum kendime.
Kız arkadaşlarımın ona aşık olduğunu anlatırdı bana. Herkes ona aşıktı. Bende inanır, arkadaşlarıma kırılırdım. Çok yakışıklı bulurdu kendini, ben ise onu dışarıda gösterebileceği kadar güzeldim. Yeterdi ona bu. Fazla sosyalleşmezdik zaten. En yakın erkek arkadaşlarına da beni, onların sahip olmadığı oyuncak gibi gösterirdi.
Hep haksızlığa uğradığını söylerdi. Annesi, babası, öğretmenleri, işverenleri tarafından hep bunun hakkı yenmiş olurdu. Kolay yalan söylerdi, insanlar ile ilişkileri bana hep sahte gelirdi, bence yakın arkadaşı yoktu. Şimdi anlıyorum ki hep bir çıkar üzerinde kurardı ilişkilerini. Eğer kişi bunun istediği formda ise, sorun yoktu ama eğer birisi bunun duymak istemediği bir şey söylerse, hemen bir sorun bulur; ilişkisini keserdi.
Ben ağladığımda, “acı çekiyorum, ne olur dur, yeter artık” diye haykırdığımda donuk gözlerle bana bakardı. Anlamazdı neyi neden hissettiğimi. Ona göre her şey normaldi, o acı çekmediği sürece sorun yoktu. Benim hastalıklarımın, sıkıntılarımın onu için dert olduğu tek zaman ONU etkilediği zamanlardı. Boş, bomboştu bakışları. Korkardım. Tepki vermesini isterdim. Donardı bakışları üzerimde. Ben bir tepki için çırpındıkça o daha çok donardı!
Çocuğu ile ilişkisi de normal değildi. Çocuğu onun için gurur duyabileceği, onun kendine pay çıkarabileceği sürece mükemmeldi ilişkileri ama kendisi büyüyen çocuğun ihtiyaç ve isteklerine karşılık vermeyi kestiği zaman ve çocuğun da buna bağlı olarak bundan uzaklaşmaya başladığında, onun ile ilişkisini de zedelemeye oğlunun onu sevmediğine inandırdı kendine. Çocuğu ile ilgili hep bir hayali oldu, bir sürü söz verdi ama asla yerine gelmedi bu sözler de hayaller de. Oğlum mükemmel evlatken sorun yoktu, ama her çocuğun yaptığı gibi istemediği durumlar karşısında tepki gösterdiğinde EK çocuğu tutar omuzlarından sarsardı, kaldırıp fırlatırdı çocuğu. Kızgın bir ebeveynden çok, delirmiş bir adam sureti beliriverirdi karşımıza, sinirli bir insan olduğu için değil (aksine, soğukkanlı bir sükunete sahipti) sadece “oğlum hangi hakla mükemmel davranmaz” bakış açısına sahipti. Bir gün eve gelen misafire "Bak, çocuğu oratada görüyormusun? Görmezsin. Çocuk odasında sessiz sakin oynar, kendi kendine oyalanır bizim evde" demişti de adam daha sonra kendini tutamamış bana bunun normal bir durum olmadığını söylemişti.
Narsist kişilik bozukluğu olan kişi:
- Kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır (örn. başarılarını ve yeteneklerini abartır, yeterli bir başarı göstermeksizin üstün biri olarak bilinmeyi bekler)
- Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da kusursuz sevgi düşlemleri üzerine kafa yorar
- “Özel” ve eşi bulunmaz biri olduğuna ve ancak başka özel ya da toplumsal durumu üstün kişilerin (ya da kurumların) kendisini anlayabileceğine ya da ancak onlarla arkadaşlık etmesi gerektiğine inanır
- Çok beğenilmek ister
- Hak kazandığı duygusu vardır: kendisinin özellikle kayırılacak olduğu bir tedavi biçiminin uygulanacağı beklentileri ya da bu beklentilerine göre uyum gösterme
- Kişilerarası ilişkileri kendi çıkarı için kullanır: kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır
- Empati yapamaz: başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanıyıp tanımlama konusunda isteksizdir
- Çoğu zaman başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır
- Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler
(Kaynak: http://psikoloji-psikiyatri.com/narsisistik_kisilik_bozuklugu.html)
Ne yazık ki bağımlılıkları da vardı ama öncelikle kendine bağımlıydı her narsist gibi ve yıllar geçtikçe halleri hal değildi. Bir baktım ki sınırda kişilik bozukluğu diye bir şey var:-
- Gerçek ya da hayali bir terk edilmeden kaçınmak için çılgınca çabalar gösterme.
- Gözünde aşırı büyütme (göklere çıkarma) ve yerin dibine sokma uçları arasında gidip gelen, gergin ve tutarsız kişilerarası ilişkilerin olması
- Kimlik karmaşası: Belirgin olarak ve sürekli bir biçimde tutarsız benlik algısı ya da kendilik duyumu
- Kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki alanda dürtüsellik (örn. para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, pervasızca araba kullanma, tıkanırcasına yemek yeme).
- Yineleyen intiharla ilgili davranışlar, girişimler, göz korkutmalar ya da kendine kıyım davranışı
- Duygulanımda belirgin bir tepkiselliğin olmasına bağlı affektif instabilite (örn. yoğun episodik disfori, irritabilite ya da genellikle birkaç saat süren, nadiren birkaç günden daha uzun süren anksiyete)
- Kendini sürekli boşlukta hissetme
- Uygunsuz, yoğun öfke ya da öfkesini kontrol altında tutamama (örn. sık sık hiddetlenme, geçmek bilmeyen öfke, sık sık kavgalara karışma)
- Stresle ilişkili gelip geçici paranoid düşünce ya da ağır dissosiatif semptomlar
(Kaynak: http://www.terapistim.com/kitap/DSM-IVdeBorderline%28Snrda%29KiilikBozukluu.html)
Hata üstüne hata yapardı, beni uzaklaştırırdı yanından sonra onu terk edeceğimden korkup üzerime daha çok düşerdi ama diğer yandan hep beni bırakıp gideceğini ima ederdi (bu da benim hassas noktamdır, bunu bilirdi). Hatta kavga ettiğimiz bazı gecelerde çıkıp gitmiştir evden, benim yalvarmama rağmen yürümüş gitmiştir!
Hep mutsuzdu, hareketsizdi. Depresyonda olduğunu kabul etmez, doktora gitmez, en basit baş ağırısı için bile ilaç kullanmazdı. Deli gibi araba kullanırdı, korkuyorum dememe rağmen durmazdı. Bir kere köpeğimizin bir yaptığına çok çok sinirlenmiş koca hayvanı odanın bir ucundan, diğer uca fırlatmıştı. İnsanlara karşı hep kızgındı. Hep tartışırdı, ailesinden kopmuştu (ta ki biz boşanıp da tek başına kalıncaya kadar), dostu yoktu. Kimseye güvenemeyeceğini söyler dururdu.
Benim onu aldattığımı düşünür, evin içinde bile beni izlerdi. Tuvalette uzun kaldığımda, ne yaptığımı sorar beni kapının önünde beklerdi.
Evin hiçbir işini yapmazdı, düzeni seviyor olduğumu bilmeme rağmen evi benim için toplamazdı. Canı istediğinde iş yapardı. Ben bütün gün çalışıp eve yorgun argın gelip, bunu uyur bulduğumda niye kızıp üzülüyorum anlamazdı. Defalarca yardım istememe rağmen yardım etmezdi.
Bir kere psikologa gitti benimle. Başımıza gelen her şeyden ailesini ve beni sorumlu tuttu, beni aldatmış olmaktan bahsetmedi ve 1 saatin sonunda doktorun işe yaramaz biri olduğunu, onun yardıma ihtiyacı olmadığını hatta ve hatta doktorluğun bir işe yaramadığını söyledi çıktık muayenehaneden. Bu onu kurtarmak için son denemem oldu.
********
Bu konuda yazacak, çizecek çok şey var, istediğim gibi toparlayamadım bile. Belki yine yazarım ama en önemli nokta şu: ben bunları yaşarken, olayların hep benden dolayı geliştiğine inandım, inandırıldım. Halbuki bu tip şeyler çok yaygın. Keşke benzer hikayeleri yaşayan kadınların elini tutup “senin bir suçun yok, sadece bağımlısın, kişiliğinde bu var. Belki adama duyduğun sevgi, belki aptalca bir inat. Her ne ise, senin bu yaşadığın normal değil. Bak gerçeği gör, kendini iyileştir, kendini kurtar” diyebilsem çünkü inanın bu durum çok, çok zor. Sadece psikolojik değil, fiziksel, sözel ve duygusal şiddeti insanın ömründen ömür götürüyor, geleceğine dair umudunu söndürüyor ve en kötüsü bu sahnedeki çocukların geleceğini yok ediyor. Bittikten sonra da iyileşmek zaman alıyor. Ben bile hala iyileşemedim. Beni yıllar sonra gören insanlar, yüzümde devamlı korku dolu bir ifade olduğunu söyler. Doğrudur, hala korkuyorum – özellikle aynı hataları tekrarlamaktan, dersimi alamamış olmaktan ve en kötüsü şaşırıp oğlumu yine böyle bir hayata maruz bırakacağımdan…