Quantcast
Viewing all 174 articles
Browse latest View live

Tatlısı ile Acısı ile Bayramımız

Hayatımda unutamadığım bir bayram var.
Image may be NSFW.
Clik here to view.
Bayram arifesi bizde ay gecesi diye bilinir. Yeni ay'ın göründüğü gecedir. O bayramda sanırım 6 yaşlarındaydım. Ay gecesinde annem ve teyzelerim beni, kardeşlerimi ve kuzenlerimi alışverişe götürmüşlerdi. Döndüğümüzde yeni elbise ve kırmızı parlak ayakkabılarım vardı. Gece yatmadan önce yeni ayakkabılarımı yatağımın kenarına koymuş, onları izlerken uykuya dalmıştım. Sabah uyandığımdaki heyecanı hala her bayram yaşarım. Tek fark, o bayram gerçekten de mutlu uyanmıştım, gerçekten de ailemle, kuzenlerimle dolu dolu bir bayram geçirmiştim.
O heyecanı her bayram oğluma da yaşatmaya çalışıyorum. Ne yazık ki babası benimle aynı dini ve manevi duyguları paylaşmadığı için bu konuda yetersiz kaldım. Geçen seneki boşanma, Ramazan bayramından evvelki sünnet ve iyileşme süreci, kurban bayramında İstanbul'a gitme telaşlarından sonra bu sene gerçek bir bayram kutlamak istedim. Çocukluğumdaki kutlamayı yaşamak istedim. Arife günü oğluma yeni giysiler aldım. Evime bayram temizliği yaptım. Çocuklara şeker, büyüklere çikolata aldım. Helva yaptım, kek yaptım.
Bayram sabahı erken kalktık. Banyomuzu yaptık, temiz temiz giyindik. Oğlumla komşularımızla bayramlaştık. Evvelki günden kafaya koymuştum. Arkadaşımın annesini ziyaret edecektik, öğlen saatlerinde onu ziyaret ettim.
Evi doluydu teyzemin.
Arkadaşım, eşi, arkadaşları bir çok kişi vardı. Onu gördük, eve döndük.
Ve bir anda dank etti...
Burada o kadar yalnızız ki! Annem uzakta, babam uzakta, kardeşlerim, kuzenlerim...kimse yok bayramda ziyaret edebileceğimiz. Ailem bir kenara, arkadaşlarımla da aynı bayram heyecanını yaşamıyorum. Sanki apayrı bir dünyadayım. Ben hayatımı bir aptal gibi açık bir kitap gibi yaşıyorum, insanlar ise kapalı, sessiz, uzak, mesafeli...
Bugün evde oğlumla, dolabımız tatlı ile dolu oturuyoruz.
Düşünüyorum da hayatım hiç hayalimdeki gibi şekil almadı.
Aile ile, dostlar ile dolu bayram sofraları kuramıyorum. Yaptığım tatlıları tek başıma yiyorum çünkü oğlum bile tatlı sevmiyor!
Bir yanım bu duruma gelme sebebimin yine kendi kararlarım olduğunu söylerken diğer bir yandan da sevdiklerimin kalabalığını bu kadar çok isterken neden bu kadar yalnız kaldığımızı anlayamıyor. Bu durumdan alacağım bir ders muhakak vardır!
Değer verdiğim insanların haliyle bizden ayrı hayatı var; evlilikleri, anneleri-babaları, dostları. Planları var! Sadece planlarına uyduğu sürece görüşülebiliyor. Özellikle evli arkadaşlarımın arasına bu halde elimde çocukla girmek olmuyor. Boşanan bir arkadaşım bana pazarları ne kadar yalnız hissettiğini, herkesin ailecek program yaptığını kendisini kızı ile başbaşa kaldığında bazı günler ne yapacağını şaşırdığını söylemişti. Şimdi ne demek istediğini anlıyorum. Sudan çıkmış bir balık gibiyim bazen, çok şaşkınım!
Amerikalıların kültürlerinde tatilleri önemlidir. Özellikle yeni ayrılan insanların tatillerde yalnız kalmalarından dolayı mutsuz olmamaları için "Bu Noel'i Yalnız Geçirmemek İçin 10 Öneri" "Şükran Günü Hindisini Tek Başınıza mı Yediniz: Bu 5 Altın Öneri ile Aldığınız Kiloları 3 Ayda Kolaylıkla Verebilirsiniz" tipinde bir sürü öğüt dolu makaleleri vardır. Bende bu tatilde anladım ne demek istediklerini! Tipik boşanmış kadın olarak patatik bir haldeyim değil mi :) Nerde o tatlı...
Tüm üzüntüme rağmen....Bayramları çok seviyorum, en sevdiğim de Ramazan Bayramı. Her şeye rağmen, en değerlim, kıymetlim oğlum yanımda! Bunun için Allaha şükürler olsun.
İyi Bayramlar.

Bildiğim bir şey var ki...

... ben böyle değildim.
Oturup aman annelik beni böyle değiştirdi, şöyle değiştirdi, yok efendim boşanmak böyle zor, şöyle kolay filan demeyeceğim.
Ama ben böyle değildim. Akıllı, eğlenmeyi bilen, bilgiliydim. Gerçekten de kafam çalışırdı. Analiz yapma yeteneğim vardı. İyi bir eğitimim vardı. Tartışmayı, öğretmeyi çok seviyordum. Okumak hayatımdı. Yazmak en büyük keyifim.
O parçamı, beni ben yapan özelliğimi kaybetmiş gibi hissediyorum.
Bunu herhangi bir erkekte (ki bu oğlumun babası olacak olan "adam" da dahil) kaybetmedim.
Bunu 4 sene süren depresyon sürecine de bağlamayacağım.
Bunun aldatmaya, ailemin beni olduğum hali ile kabul edememesine, arkadaşlarımdan ve sevdiğim işimden uzak kalmaya da bağlamayacağım.
Bunu erken yaşta evlenmeye, erken denilebilecek yaşta anne olmaya, uzun süre işsiz kalmak zorunda olup, parasız bir biçimde bebek büyütmeye çalışmaya da bağlamayacağım. Bunu yapmak istemediğim bir iş de kendimi kaybetmeye de ilişkilendirmeyeceğim.
Bu benim sorumluluğumdu. Ben beni olduğum gibi tutabilmeliydim.
Evet, zaman insanı değiştirir. Evet, yaşananlar iz bırakır. Evet, yaş ilerledikçe insan hatırladıklarını unutur, yeni şeyler hatırlar vs vs vs ama bütün bunlar sebep olmamalıydı.
Ben kişilerin ihanetine odaklanmışken esas en büyük ihanet'i kendime ettim.
Şimdi sıkıcı, unutkan, çok çok az şey bilen, okumaya vakti olmayan biri oldum. Yazmak ise... eh işte! Bu konudaki "başarım" ortada.
Ben beni kaybettim ve bir daha bulamayacağımdan korkuyorum... ama arayacağım! En son bıraktığım yeri bi hatırlasam.



*****

She asked, "Remember when we last said goodbye?"
They stood still while traffic and people rushed pass unaware of the couple standing locked in gaze in the middle of the crowded road. A long moment of silence was broken as she whispered "I breathed in your air as your face swept across mine to kiss my cheek. It was at that precise moment you filled your being into mine. And now it’s too late!"
And she walked away because she knew it was not meant to be!



Yazma çabası. İçimden geçti :)


Buldum Galiba!

Efendim, malumatınız olmuştur ki ben geçen cumartesi gecesi çok sevdiğim, yıllardır dinlediğim Red Hot Chili Peppers konserindeydim. Kalktım taaa İstanbullara gittim, uzun uzun kuyruklara girdim ve sonunda en ucuz biletime ait olan en arka sıra kategorisindeki yerimi aldım. Gitmeden evvel dalga geçiyordum arkadaşlarımla, yerim tuvaletin yanı diye. Gerçekten de öyle oldu. Yerim çok uzaktı, sahneyi neredeyse hiç göremedim, sahneyi gördüğüm anlarda ise grubu zıplayan minik noktalar halinde gördüm. Gittiğimde zaten tutuk olan boynuma da sol çapraz tarafımdaki ekrana bakmak hiç ama hiç iyi gelmedi. Sıcak şehirimizden kalkıp İstanbul gece ayazında olmak ise içimi titretti. Gittiğimde saat 18:00 idi konserin başlama saati 21:30. O vakit'e kadar oturdum çimlere kitap okudum. Açlıktan ölüyor olmama rağmen yemek almadım hatta tuvalete bile gitmedim yerimi kaparlar diye. 
Bakmayın efendim böyle yazdığıma, şikayet etmiyorum. En güzel, en mesut gecelerimden idi. Tek başıma gittim konsere ama aslında binlerce kişiyle beraberdim (kırk bin galiba). Gençlik aşkım olan grubun muhteşem solisti Anthony'ye yeniden aşık oldum. Ekrana kilitlendim, ellerine bakıp durdum, ne muhteşem eller nasıl bir ses, delirdim coştum.
RHCP izlemek benim ömrümde muhakkak yapmam gereken şeylerden biriydi, ne büyük şans ki İstanbul'a kadar geldiler fakat bir baktım etrafımdaki gençler oturmuş beklerken cep telefonu ile oyun oynuyor, ben ve benim yaşımdaki insanların aksine konseri beyinlerine kaydetmek yerine cep telefonlarına kaydediyor. Kendilerini unutmak, müziğe kapılmak yerine, kendi varlıkları içlerine batarcasına telefonları ile tanıdıklarına ben buradayım mesajları yolladılar. Ne bileyim, bana garip geldi, sanki kimse kendini dinlemek istemiyormuş gibi, sanki görmeye değil göstermeye gelmişler gibi! Oğlumu düşündüm. Onun böyle olmasını istemedim. Neticede canlı izlemeye hayalini kurduğumuz insanlar ayağımıza kadar gelmişler, dünyanın en güzel şehirlerinden birindeyiz. Burada kendimizi kaybetmeyeceğiz de ne zaman edeceğiz. 
Döndüğüme eve farklı bir insanım. İçimde garip bir enerji vardı, sanki damarlarımdaki kan çok farklı akıyordu. Karar verdim, oğlum yeteneklerini geliştirecek ve gerektiği yerde bu konuda onu zorlayacağım. Bateri çalmak istiyor, çalacak. Daha çok resim yapacak, daha çok heykelcik yapacak. Evin kirlenmesi, duvarların boya olması, yerlerde kağıt parçaları olması, ritim buldum diye takır takır sağa sola vurmasını umursamayacağım (kulak tıkacı alırım belki ama). O yorulmadıkça; her anını keyifle yapmak istediklerini yapmayı sağlayacağım. Yorulmamayı da öğreteceğim ona, yılmamayı. Hayallerinin peşine koşmayı ve istediklerini elde etmenin zor olduğunu anlatacağım. Elde ettiği zaman ise değerini bilmeyi öğreteceğim. Kendisini bulması için zaman zaman kendisini kaybetmesi gerektiğini anlatacağım. 
Ben cumartesi akşamı kendimi kaybettim, döndüğümde bir yanımı da bulmuş döndüm. Vallahi efendim, çok mutluyum.


Ama bir daha ki sefere kıracağım kumbarayı, önlerden alacağım biletimi...yaşlanmışım ayyyy hala ağırıyor her yerim!

Sonbahar Geldi, Hoşgeldi!

Aslında acele ettim bu yazıyı yazmak için. Daha vakit var, hemen yazmasam da olurdu. Biraz da erken yazıyor olmak özellikle bu konuda şımarıklık ama dedim ya az önce, kendimi biraz buldum sonunda. İçimdeki yeni enerji sebebiyle içimden akan düşünceleri anında buraya dökmek istedim.
Az önce oğlumla konuştum telefonda. "Biliyorsun" dedim "pazar günü benim doğum günüm. Bence sen bir plan yap, bizi bir yerlere götür" dedim. "Ben kullanırım arabayı, sen bana söylersin ben de bizi götürürüm" dedim. "Bir de" ekledim "bana bir sürpriz düşünürsün artık". Karşı taraftaki minik adam sabırsızca "tamam anne, tamam tamam" dedi kapattı. Biliyorum ki düşünüyor bir şeyler kerata. Bana 3-4 ay evvel vermişti zaten hediyesini ama olsun. Malum bizim yanımızda bir eş yok, özel gün kutlaması nasıl yapılır, bir kadına, özel bir insana özel bir günde nasıl davranılır gösterecek biri yok. Bende durumu ele almaya karar verdim. Sadece ben değil, arkadaşlarının, nen teyzesinin, sevdiğimiz insanların özel günleri, bayramları, yılbaşıları nasıl kutlanır hep göstermeye çalışıyorum. Valla bu sene güzel bir plan bekliyorum kendisinden. Beklentim yüksek, öğrenmeli bu işleri de. Zorla olacak ama sanırım öğrenmesinin yolu bu. Sadece ona yapılmasını değil, başkalarına da yapmayı öğrenmeli. Eee... anasından daha önemli kaç kişi var :) şimdilik en azından!
Diğer bir yandan geçen gün şöyle bir düşünce geldi aklıma. Bizler hep yıl başlarında geçen yılı değerlendiriyoruz. Yeni yıl'a dair planlar, umutlar yapıyoruz. Aslında bunu 31 Aralıkta değil, her doğum gününde yapmalıyız. Geride bıraktığımız yaşımızda neler öğrendik, nasıl olgunlaştık, kayıplarımız kazançlarımız nelerdi oturup düşünmeliyiz.
Eh...eliniz mahkum! Benim yılımı da okuyacaksınız. 

Bu yıl kaybı öğrendim.
Sevdiğim büyüğümü kaybettim. Yüreğimi yerinden oynattı, beni sarstı gidişi. Şimdi düşünüyorum da, alışamamışım bu eksikliğe. Oğlumun dedesiydi, onunla kalem tutmuş, boya, resim göstermişti. 
İnsanın sevdiğini, hayatını kurmayı düşündüğü, beraberinde hayal kurduğu geleceği planladığı kişiyi kaybetmesinin ne demek olduğunu öğrendim.
Bağırıma taş bastım sevdiğime inandığım insan'a karşı hak ettiğimi düşündüğüm duyguları, güvenceyi istedim. Güvendiğim insanlara dost dedim, dostluklarının yalan olduğunu gördüm, onları da kaybettim. 
Bir babanın babalığının lafta olabileceğini öğrendim. İnsanların para uğuruna evlatlarının, yeğenlerinin, dostlarının hakkını yiyebileceğini!
Bazı insanların asla affetmediğini, kızgınlıklarının sonsuza kadar sürdürüp kendilerini sonsuz bir karanlığa sürüklediğini öğrendim.
İnsanların çoğunun yüreğine sevginin beraberliğin değil, paranın, gücün cesaret verdiğini öğrendim.
İnsanların kendi çıkarları uğuruna verdikleri sözleri tutmamayı bile becerdiklerini öğrendim.
Çok az insanın gerçek aşk'ı tanıdığını öğrendim, çoğunun asla tanımayacaklarını.
En iyi sevgilinin en iyi dosttan çıktığını öğrendim. Dostluğun, aşkı büyüttüğünü.
Sevdiği için tüm vaktini eşinin ailesi ile geçiren bir arkadaşımı öğrendim. Bir anda nasıl bir aileye sahip çıkılabileceğini gördüm onda. Sevdiklerini elleri ile toprağa veren kadınlar tanıdım.
Yükselmek için dibe batmanın gerekli olduğunu öğrendim.
İnsanların mutlu olmayı da mutsuz olmayı seçebildiğini öğrendim. Kişiliğin erken yaşta oluştuğunu da.
9 yaşında bir erkek çocuğuna annelik etmeyi öğrendim. Büyüme ağrılarını hatırladım yine. Sadece eklemlerde, kemiklerde değil zihnin de ağırıdığını aklın da uzadığını hatırladım tekrar. Büyüyen çocuğum için sevindim, geleceği için daha çok korktum bu sene.
Hayatın içinde acı olduğunu, acısını benimsemeyi öğrendim. Affetmeyi öğrendim. Başıma gelen iyi ve kötünün Allah tarafından geldiğini, hepsinin birer armağan olduğunu öğrendim. Kardeşlerimi, annemi yeniden tanıdım.
İnsanın egosunun ne kadar kırılgan olduğunu, şişip böbürlediniğimiz her şeyi bulduğumuz gibi kaybedebileceğimizi öğrendim.
Sesimi buldum ben bu sene. Kalemimi yeniden tuttum.
Geçiştirdiğimiz, ertelediğimiz her şeyin bizi birgün yeniden bulacağını, yaşamamız gereken derslerden kaçamayacağımızı öğrendim.
En iyi arkadaşımı önce kaybettim sonra buldum. Beni benden daha iyi tanıdığını öğrendim.
Komşularımı, komşuluğu öğrendim. Kadınların ne kadar çok ezildiğini ama ne kadar güçlü olduğunu gördüm. En zor şartlarda dünyaya gelecek olan bir bebeğin, ne kadar çok umut getirebileceğini gördüm.
Dünyada çok çirkinlik olabileceğini gördüm. Müziğin ne kadar sihirli bir güç olduğunu yeniden gördüm.
En çok da ülkemi sevdim bu sene. Bağımsızlığımızı hatırladım. Bize normal gelen özgürlükler için ne çok insanın ne çok kan ne çok göz yaşı döktüğünü hatırladım.
Hayallerin peşinden koşmanın ne demek olduğunu yeniden hatırladım...
Korkuyorum elbet ama her gidenle de yeni birşeylerin geldiğini de öğrendim artık...korkunun yersiz olduğunu öğrendim. Kaybettiğim herşeyden, her gidenin arkasından birşeyeri kazanmayı da öğrendim.


Bir kuşun kanadına tutundum, uçtum. Hala konmayı bekliyorum beni yeni yaşımda bekleyen yeni diyarlara.


Ya Beceremezsem?



Daha önce bahsettim belki. Benim erkek kardeşim yok, kızlar ile dolu bir evde büyüdüm. Evimiz kalabalık idi, sesimizi duyurmak için bağır çağır konuşurduk. Kimin sesi en çok çıkarsa, o en çok sözünü anlatabilen olurdu...taaa ki eve baba gelinceye kadar. Çok sinirli bir babaydı. Eve geldiğinde her şeyin yerli yerinde olmasını, perdelerin bile düzgün durmasını ister, her hangi bir dağınıklık veya istenmeyen manzara ile karşılaşınca başlardı kızmaya, dövemeye.
Benim çocukluğum böyle bir dünya da geçti. Arkasından zekasına rağmen, disiplinsizlikten, tembellikten, rahatlığından dolayı bir baltaya sap olamamış, ne bir kariyeri, ne bir yerde birikmiş parası ne de geleceği için bir planı olan bir insan ile evlendim. Bu kişi, her ne kadar tekrar tekrar söylüyorum çok zeki olsa da, psikolojik sorunları ve disiplinsiz yetiştirilme tarzı nedeniyle beni çok üzmüştür ve oğluna kötü bir örnektir.
Gel gelelim benim oğlumla ilişkime. 
O kadar çok geçmişimi sırtımda taşıyor, o kadar çok korkuyorum ki saçmalıyorum! Neyse ki beni sarsacak, arada kendime getirecek harika bir arkadaşım var. Bu konuşmayı benimle binlerce defa yapmıştır ve eminim ki binlerce defa daha yapacaktır.
Buyrun...
**************************************************************************************************************
Nen: Oğluş babada mi
Mina: Evet, sabah bıraktım. Dün bana "sen çok ilgilisin, arkadaşlarımın annesinden çok daha fazla ilgilisin" dedi. Bende "bu seni rahatsız ediyor mu" diye sordum. "Evet" dedi!!! Alllaaaaaahhhh!!!! Sen misin bunu söyleyen. Dedim "benim görevim bu, ben sana söylemesem yapacak mısın, saatinde yatacak mısın, öğrenecek misin çarpım tablosunu vs" dedim. "İstemiyorsan yapma ama hayatta yapmak istediğin şeyleri yapmak için eğitimini tamamlaman şart" dedim.
Nen: Ne dedi?
Mina: Ben buna bayağı bir kızdım bağırındım, sonra sarılmadan; hayatımızda ilk defa, sarılmadan yatırdım yatağa. Kızdım, istedim ki çabamı görsün. Ben ona çarpım tablosu vs diyorsam bir bildiğim var ki diyorum. Ki zorlayıcı bi anne değilim bence. "Boya yapmak için bile eğitim lazım beyefendi" dedim. Çıktım salona gittim. Arkamdan geldi. "Anne özür dilerim düşünmeden söyledim" dedi. Sonra barıştık. Bilmiyorum, umarım hata yapmıyorum.
Nen: Abi zorlayıcı bir annesin, affedersin ama.
Mina:Hahahahah, kibarsın sende. Öyle, biliyorum ne mal olduğumu!
Nen: Evet yani çocuk haklı cok aşırı üstündesin, anlıyorum sende haklısın da çocuğun nefes alanı yok. Senin kontrolün dışında bir şey yapamıyor.
Mina: Evet ya...
Nen: Yemek bile yiyemiyor.
Mina: Kraker yiyebilir miyim diye beni arıyor.
Nen: Ay yavrum. Yerim onu ben kırp kırp kraker niyetine!
Mina: Ama ben bunu asla demedim, izinsiz yeme demedim!
Nen: Evet de...
Mina: Yediği için kızmadım, şeker dışında! 
Nen: Senin haberin dışında bir şey yaptığı zaman, herhangi başka bir şey, öyle kızıyorsun ki çocuk soruyor mecbur!
Mina: Şu okul işini oturtalım biraz rahat bırakacağım. Büyüyor, ezmemem lazım biliyorum
Nen: Evet Mina ve erkek o
Mina: Hele hele erkek!
Nen: Aynen. Ev geçindirecek, kadınına sahip çıkacak!
Mina: Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum!
Nen: Güçlü olacak!
Mina: Sizde erkek kardeşin var kızım, biz paso kız! Nasıl yapılır ki! Dur bir araştırayım!
Nen: Baba işte!!!
Mina: Ne yapsam, sorumluluk mu versem?
Nen: Benim kocamın babasi bunları erkek gibi yetiştirmiş!
Mina: Tıraş bıçağı mı koysam?
Nen: Valla kocam 5 yaşındayken babasıyla gaz kuyruğuna giriyormuş. Çok küçük yaştan, sorumlulukları varmış. Hani, abidik gubidik de değil. Bayağa görev.
Mina: Evet, seneye kesin çalışacak da...
Nen: Nerede çalışacak, küçük siyah çocuk işçi hahah!
Mina: Valla bulacağım bir yer, olmazsa arkadaşının annesiyle konuşacağım. O çalıştırsın atölyede bunları. O sonra da şimdi ne yapsam acaba. Aikido bir başlangıç.
Nen: 2 gün sonra ben istemiyorum diye ağlayacak arkadaşının annesinin yanını istemeyecek.
Mina: O zaman yabancı biri ile çalışacak.
Nen: Yabancı olacak? Gene ağlayacak. Bence evden basla, evde iş yapıyor biliyorum ama
çalışmak için küçük bence, ya da şöyle yapabilir...evet her yaptığı ayrı sanat ama
kendi işlerini satıp parasını takip edebilir. Kardeşim babamın şeylerini, çok sattı valla! Aikido olabilir!
Mina: Var evde görevi!
Nen: İstemediği bir şeye yazdırma, çünkü yarım bıraktıkça başarısızım duygusu oluşabilir.
Mina: Evet doğru diyorsun, zorlamayacağım. Denesin! Ya basket, resim vs hep kendi istediğinde bıraktı o konuda zorlamıyorum okul konusunda da bu sene zorluyorum!
Nen: Zaten çalışkan
maşallah!
Mina: Zorlayacağım, yetmiyor Nen!
Nen: Abi nasıl yetmiyor, çocuk zehir gibi kendi kendine kitap okuyan bir çocuk bugünlerde ne kadar zor bulunur biliyor musun.
Mina: Evet ya!
Nen: Yeteneklerinden soğutma çocuğu!
Mina: Tamam, bir de bağırmamam lazım abi!
Nen: Abi evet!!!
Mina: Kontrol sıfır, kopuyorum resmen!
Nen: Gerçekten çok bağırıyorsun!
Mina: Ne yapsam ki!
Nen: Yani, bağır...
Mina: Saymayı denedim....
Nen: Kesinlikle, otorite ol!
Mina: ...dua denedim!
Nen: ... ama sen eğiri oturdun, makarnan kaldi kalemlerini topla, ayağını çek... her şeye bağırıyorsun ama sende öyle görmüşsündür eminim! Gerçekten hatalı olduğu şeyde bağırırsan öğrenir, her şeye bağırırsan seni kaale almaz.
Mina: Haklısın, aman ya beceremiyorum...
Nen: DENEYECEKSİN YAPACAK BİRŞEY YOK!
Mina: Deniyorumm zaten de....Var ya! Analık tam zamanlı vicdan hesabı!
Nen: EVET ALLAH YARDIMCIN OLSUN!
Mina: AMİİİNNNN!
**********************************************************************************
Çok üzülüyorum çok. İyi bir anne değilim diye korkuyorum. Okuyorum bakıyorum ama hiç bir yerde bu konuda yazan bir anne görmedim. Ya siz kızmadan nasıl yapıyorsunuz, bağırışma olmuyor mu sizin evde? Ya bir erkek çocuğu nasıl erkek gibi yetiştirilir, nasıl öğretilir sorumluluk, nasıl anlatılır, nasıl öğretilir? Hele ortada baba yoksa nasıl olur bu işler?
Tamam, çocuğum uslu, peki ben ona kızdığım için uslu olmuş olamaz mı? Bıraksaydım başı boş ne olacaktı? Ya da daha da kötüsü, ya bu çocuk başı boş, disiplinsiz, şımarık olursa ben yeterince disiplin uygulamadığım için!!!
Ben oğlumu tek başıma büyütmek zorunda kalacağımı hiç düşünmemiştim, buna hiç hazırlıklı değildim ve şimdi de zorlanıyorum. İyiki Nen var kocası var bana yardımcı olan!
Allaha şükürler olsun ki oğlum sakin, akıllı ve anlayışlı. Bari bunu bozmasam! Çok korkuyorum arkadaşlar! Ya beceremezsem?

Erken Üşüdüm Bu Sene!

Şükürler olsun okullar açıldı. Artık oğlum başı boş dolaşmayacak, evde sıkılmayacak. Ev ödevi, performans ödeviydi, test, çarpım tablosu, proje derken geçireceğiz hayırlısıyla bir kış'ı daha. Hafta sonları battaniyelerimize sarılıp film izleyeceğiz. Ben evde mis kokulu kekler yapacağım, sıcak çikolata ile onları yiyeceğiz. Portakal alacağız bol bol eve, biraz da elma. Tarçinli elmalı kurabiyeler pişireceğim. En güzel tarhanadan çorba yapacağım, oğlum sevmese de içmesi için ikna etmeye çalışacağım, yine o kazanacak bütün çorbayı ben içeceğim. Sıcak banyolardan sonra, üşümemek için tertemiz yataklarımıza girip birbirimize sarılacağız.  Ayaklarımız buz kesecek. Yatağın içi ısınmadığı için kıpırdamadan yatacağız, kafamız battaniyelerin altında.
Çok yağmur yağacak, fırtına, rüzgar çıkacak. Evin garip yerlerinden ses gelecek. Onları bulup susturacağım. Süngerleyeceğim pencereleri, kapıların altını. Tamirat işlerinde iyice ustalaşacağım.
İşler artacak. Yine uzaklara gitmem gerekecek. Oğlumu nasıl, nereye bırakayım planları yapacağım. Babası yine son dakikaya kadar söyleyemeyecek bize yardımcı olup olamayacağını, ben yine panik olacağım. Sonunda Nen el uzatacak bize.
Uçak yolculuklarında, havaalanlarında oturup düşüneceğim, gelecek planları yapacağım. Oğlumu seneye nasıl bir okula versem, acaba seneye babası oğlunun eğitimi için para verir mi, dersleri hep iyi olacak mı - bunları düşüneceğim.
Evde olduğum zamanlarda eskiden bu evde daha büyük bir aile olduğumuz günleri düşüneceğim. Ne ümitlerle taşındığımızı hatırlayacağım. Oğlum evde yokken, sessizliği dinleyeceğim, sonra CARUSO'yu son ses dinleyip, pencereye vuran yağmuru izleyip, kahve içeceğim. Bana kışı hatırlatıyor bu şarkı, duygularımı bekletmeye almam gerektiğini hatırlatıyor, durup dinlemem gerektiğini....

Anılar

Benim oğlumla yeterince fotoğrafım yok.
Bekar anne olmanın dezavantajlarından biri. Ben oğlumun fotoğraflarını çekiyorum, o isterse benimkileri çekiyor. Beraber çok fazla fotoğrafımız yok ancak işte o suratların kareden taşacak biçimde, fotoğrafı çekeninde fotoğrafta yer aldığı süper yakın çekimler var ki, yaşım ilerledikçe bu tür çekimleri  fazla müdahaleci bulmaya başlıyorum! Eskiden babası ortalıktayken verirdim eline makineyi çekerdi bizi. Ama artık sadece biz varız.
Bende karar verdim, fotoğrafçıya gideceğiz ve gün batımı, sahil ve çizgi film karakterlerinin olduğu acayip arka planların önünde en garip kıyafetlerle fotoğraflar çektireceğiz. Oğlum bundan hiç memnun kalmayacak ama ben çok eğleneceğim. Asla unutamadığı bir gün olacak ve ileride onu kız arkadaşlarına karşı utandırabileceğim ve şantaj amaçlı için kullanabileceğim fotoğraflarım olacak. Çok heyecanlıyım!

Bekar Anne, Sorumlu Veli

Malum okullar açıldı, koşturmaca, yeni kitaplar, defterler, beslenme çantası hazırlıkları, "Anne ödevimi sabah yapabilir miyim?" "Hayır efendim!!! Ödevler akşamdan Bİ-Tİ-RİL-E-CEEEEKKK" konuşmaları derken geldi çattı veli toplantısı günü.
Çok ama çok, çok yoğun bir iş gününün ortasında okul'a gittim. İlk işim toplantının yapılacağı sınıfın en arka sırasına gidip cep telefonumu oradaki fişe takıp 2-3 e-mail cevaplamak oldu. Arkasından anneler sürüsü daldı sınıfa. Hepsi en ön sıralara yerlerini aldı, öğretmen girdi toplantıya başladılar.
Bu sene, verilen ilk görevi alamaya kararlıydım çünkü tecrübeliydim ya... öğretmen temel, dışarıdan haledilecek işleri önce anlatıyor, sınıfa yapılacak olan bilmem ne kermesi için kurabiye pişirimi türü olan ve benim hiç yapamayacağım en afilli işleri sona bırakıyordu. Meğerse tek görev varmış bu sene ben de ona atladım! En kısa süre de çözmem gereken acayip bir görevim var: sınıfın projeksiyonu taşınacak.
Image may be NSFW.
Clik here to view.
Link
Bu kadar dar vakitte bu işi yapamam diye kendime biraz kızarken, 'böyle ehmiyetli bir işi üstlenerek çocukların eğitim ve öğretimine katkıda bulunuyorum, vay efendim olur mu hiç projeksiyonsuz eğitim, katiyen buna izin veremem' diye üstün görev bilinci ile bu işe el attım. Öğretmen yavaşça yaklaşıp bana, "Eğer durumun uygun değil ise, masrafı bölüşürüz" dedi sağolsun. Az kalsın elimi göğüsüme vurup "Evelallah hoca, halimiz yerinde. Hallederizzzz!" diyecektim. 
Hakkikaten de kendimi sınıftaki tek baba gibi hisettim. 
Aman allahım. Nedir bu annelerin çilesi. Nedir bu hormon delirmesi. Yok çocuk öğlenci, devamlı TV izliyor sabah, yok ödev yapmak istemiyorlar, öğretmen çocuklarla konuşsunmuş da evde çocuklar annelerinin sözünü dinlesinlermiş, mezuniyette ne yapılacakmış bu sene vals mi, halk oyunları mı! Ya okul yeni açıldı, aşırı hormonlu anneler tutturmuş mezuniyet töreni diye. Ya bismillah bacım, ne acelen var da çocuğu iki dakikada mezun ediyorsun ki mezuniyet ne ya? Okul bitti mi? Yooo! Üniversiteye mi gitti bu çocuk??? E ne mezuniyeti? Ayrıca öğretmen çocuğunuzun ev disiplini verecek diye, sınıfta enerjisi kalmadı canım! Kendi ebeveynliğinizi kendiniz yapın kardeşim!
Düşündüm sonra, heralde dedim babalar çok inaktif evde ki bu kadınlar yorulmuş durumda çocukların enerjisinden, öğretmenden medet umuyorlar. Bilemedim! Öğretmen takım elbiseli, şık tuvaletli akşam yemeği mezuniyetinden bahsederken topuklarım kıçıma vura vura okuldan çıkıyor, işe geri dönüyordum; kafam da bir kere giyilecek olan takım elbise maliyeti hesabı! Götürmesen çocuğu olmaz şimdi! Ben yapardım halbuki onlara evde parti, daha ucuza ama neyse artık. Sosyalleşmek lazım!
Bu arada oğlumun sınıfından bir çocuğun annesi ile aynı günlerden boşanmıştık. Kadın 1 değil, 2 değil 3 erkek evlat ile bir başına kalmıştı. Yıllar sonra işe girmek, çalışma stresi derken bir hayli yıpranmıştı. Bu dönem ilk defa gördüğümde o yorgun kadın gitmiş, bakımlı, şık, parlayan bir kadın girmişti sınıfa. Evlenmiş! Yeni eşi de maşallah çok kibar biri. Çocuklardan en ufaği ile gelmişti toplantıya, ortancanın velisi olarak. O çocukla o kadar güzel ilgileniyordu ki, ufaklık üvey babasını öpücüklere boğuyor, sırtından inmiyordu. Hem çocuklar hem de kadın adına çok çok sevindim. İtiraf etmeliyim içim burkuldu biraz, benim oğluma böyle davranan biri çıkmadı karşıma henüz diye. Sonra akşam geç saatte işten çıkıp, aşırı (AMA GERÇEKTENDE ÇOK AŞIRI, NEREDEYSE AĞLAMAMA SEBEP OLACAK DERECEDE) yorgun bir halde arabada eve giderken, aslında böyle çok ama çok mutlu olduğumu ve aslında "ben projeksiyonu halederim ablacım siz merak etmeyin, çocuklarımızın eğitimdeki başarısı için herşeyi yaparım" hallerimin beni acayip bağımsız yaptığını gördüm. Şu anda gerçektende hayatımı komplikeleştirmek istemediğimi düşündüm, netice de bu bekar anne hem oğluna da yeter, hem de kendine. Allah biliyor da yolumu böyle çiziyor. 
O değil de arkadaşlar, projeksiyonu elektirkçi çeker mi?

Bekar Anne ve Eski Koca'nin Yeni Manitası

Az önce mesaj attım dostlara. "100. yazımı yazdım" diye. Halbuki yazıp da yayınlanmadığım 3 yazım daha varmış. Yani okuyucu, size her şeyi anlatmayabiliyorum. Fakaaaat, anlatmak istediğim bir mevzu var.
Bekar anne eski kocanın yeni sevgilisini görür!
Bunu nasıl mı yapar?
İşte bu kısım süper eğlenceli.
Malum 100 yıl evli kaldık, netice de bir çok ortak arkadaş vs vs derken sanal ortamda o beni olmasa da ben onu görebiliyorum (sanal ortamda görebilme olayı ne kadar psikopat değil mi?). İş yerinde canım acayip sıkılmış, önemli bir projenin sonucunun gergin bekleyişi esnasında canım hiç bir şey yapmak istemiyorken ben bir şekilde eski kocanın yeni sevgilisinin resimlerine ulaştıııımmm. Vallahi, inanın bana özellikle yapılmış bir ar-ge yok ortada. Tamamen tesadüf! Hatta bu tip şeylere o kadar karşıyım ki eski erkek  arkadaşımın internet üzerindeki herhangi bir üyelik, hesap ve bilumum bilgilerini öğrenmek bile istememiştim (ama güven oluşması için kendi tüm hesaplarımı ifşa etmişim ki, salak olduğum ve ona karşı içimde bir şekilde bir tür güven oluşturduğum günlerdi - aslında normal süreçti ama... neyse şimdi anlatacaklarım daha eğlenceli). Ya insan elinde bir tür araç olunca illa ki kullanmak istiyor, başımıza ne gelirse meraktan geliyor ya!
İşte bugün eski kocanın yeni sevgilisi ile fotoğraflarına ulaştım. Valla, insan üzülür değil mi, içi bir buruklaşır, bir tuhaf olur değil mi? Yok valla. İlk iş fotoğrafları Nen'e ilettikten sonra, affedersiniz kıçımız yarıla yarıla dalga geçtik. Yetmedi, işler yoğunlaşınca bu işi bir araya geldiğimizde beraber yapmak için konuyu bekletmeye aldık. Tamam dedikodu kötü günah da, durum çok komik! Görseniz anlarsınız ne demek istediğimi!
Şimdi eski koca'yı anlatmak için sayfalarca yazı yazmak gerek. Ama bu kızcağız, ah zavallı kız. Bir aşık, bir ümitli sormayın. Gözleri parıl parıl. Eski kocaya sorduğumda ise ilişkilerinin gidişatını, oğlumla tanıştırıp tanıştırmayacağını vs (ki tanıştırdı ben biliyorum o söylemese de) ilişkinin gelip geçici olduğunu söylüyor. (Genel anlamda) Erkek milleti o kadar egolarının oyuncağı oluyorlar ki, emin olun bunu kalbimi kırmamak adına filan da söylemiyor. Biliyorum ki, zincirlerdinden koparılmış gibi her dişi kişiye atlıyor kendisi. Kıza dua ettim. Valla! Ben yandım, bir de bu yanmasın.
Ama kızdım da bu adama!
Herif, resmen bar-mar, parti, disko - disko takılıyor, param yok diye ağılıyor, oğluna 10 TL harçlık vermiyor ya... babayım demesin kendine valla. Bir de iki gün sonra evlenirse, "bu da cici-annen oğlum" demesin vallahi parçalarım! Önce baba olsun, görevini bilsin! Bugüne kadar saygı çerçevesinde bahsettim kendisinden, hep alttan aldım ama çocuk yetiştirmenin zorluğunu büyüyen evladımla gün be gün daha fazla hissederken, her gün yorgunluktan içim sızlarken bunun bu hallerinin fotoğraflı olarak görüyor olmak, kendisine dair son saygı, sevgi ve anlayış kırıntısını yok etti. Tamam yumuşak bir insanım da bu kadar da değil. Yap görevini sonra git kiminle ne yapıyorsan yap değil mi???
Ama klasik hikaye bu, hepimiz duyduk. 
Çıkacak bunun karşısına dişli bir leopar. Parçalayacak!
Eeee müstahak da....
Bu arada okuyucu, hani ego değil ama ben hakikaten çok daha aklı başına ve fiziksel görüntüsü itibariyle eli yüzü düzgünmüşüm de çok gelmişim bu adama! Neyse canım, herkes olduğu gibi mutlu olsun, kötüler uzak dursun da!

Bekar Anne'nin Ev Hayatı

Efendim, kesin merak ediyorsunuzdur bu kadın nasıl yaşıyor, nasıl bir düzeni var diye :)
Merak buyurduysanız, anlatayım.
Allah şükürler olsun, 2+1 şirin bir evde oturuyorum. Kredi borcunu ödemediğim zamanlar, keyifli vakit geçiriyoruz bu evde.
Ev ile ilgili minik bir hikaye anlatayım.
Efendim, eski koca beni aldattıktan sonra "aile birliğini korumak" adına yeniden taşınalım, kötü anıların olduğu evden uzak olalım diye bir ev almaya karar verdik. Eski kocanın kendine ait bir evi vardı fakat evin bir de borcu vardı. Borç ödendikten sonra kalan parayı peşinat yapalım ev alalım dedik. Üzerine kalan miktarı da ben kendi adıma kredi çektim. Adam söz vermişti, benim borçsuz yaşamak gibi bir takıntım var (hepimiz gibi - hatta kredi kartım da yok gibi bir şey) bundan dolayı işe girince sen üzerine al bu borcu demiştim fakat çalışmadığı için arkadaş borç bende kaldı ne yazık ki. Bu da yetmiyormuş gibi boşanırken bu evde oğlumla yaşayabileceğimi ama evin satışı halinde ona ödediği peşinat kadar para ödeyeceğime dair bir madde ekletti boşanma kararına. Ben de o vakit, vekalet ile ilgili sıkıntı yarattığından kabul etmiştim. Şimdi de her başı sıkışınca arar beni, ne zaman satılacak ev diye. Ben de inat ettim çıkmıyorum kardeşim evden!
Her sabah 6 da uyanırım demek isterdim ama diyemiyorum. Saat 7:30 da zar zor kalkıyorum yataktan, koştur koştur oğlumun öğle yemeğini ve beslenme çantasını hazırlıyorum. Duş'a girip çıktıktan sonra oğlumu uyandırıp kahvaltı yapmaya yolluyorum. O mısır gevreğini yerken giyinip makyajımı yapıyorum. Saat 8:30 da başlamam gereken iş için ancak saat 8:15 de çıkıyorum evden yetişemiyorum haliyle. 
Ne yaptıysam olmadı, her sabah geç kalıyorum. 
Gün içinde 10 kere arıyorum oğlumu. Yemeğini ye, giyin, servis'e çık diyorum. Artık saatini kullanmaya alışsın diye söylemeyeceğim, yavaş yavaş bırakacağım saatini kendi takip edecek.
Akşam (toplantı vs yok ise) 17:30 - 18:00 civarı işten çıkıyorum, markete uğrayıp akşam yemeği için malzeme alıyorum arkasından eve gidip temizlik yapıp yemek yapıyorum. Bu arada oğlum ödevini yapıyor sonra yemek yiyoruz, biraz TV, muhabbet vs o yatıyor. Ben biraz takıldıktan sonra kitap okuyayım diye yatağa gidiyorum ki 1 - 2 paragraftan sonra bayılmış oluyorum.
Fazla para harcamamak için yemek alışverişini günlük yapıyorum çünkü marketler resmen benim için tuzak. Her şeyden çok almak zorundaymışım gibi hissediyorum. En son yaptığım bir büyük alışverişte aldığım tuvalet kağıdı paketini boşanmadan evvel almıştım, yeni bitti. Büyük temizliği Cumaları yapıyorum. Çamaşır da haftada 2-3 kere yıkanır biz de. Ütü yapmaktan nefret ettiğim için ancak çok gerektiğinde yaparım, onun için de ütü masasını açmam direkt yatağımın üzerinde yapar geçerim. Pencerelerden dışarı bakılmayacak hale geldiğinde camlar, abla gelir siler yani 3-4 ayda bir defa filan. Perde yıkamayı severim. Sık sık yıkar asarım çünkü temizlik kokusunu çok severim.
Image may be NSFW.
Clik here to view.
Düzen hastasıyım. Her şeyin yeri bellidir evde. Bunun bana çok faydasını gördüm. Her konuda süper panik bir insan olduğum için en azından eşya aramak ile vakit kaybetmiyorum. Oğlum ise benim aksime çok dağınık. Beni deli ediyor, resmen sabrımı sınıyor. Yerdeki oyuncaklarını toplamadığı için kaç kere ayağımı yaraladım fakat sınırladık. O odasını dağıtabilir, evin geri kalanı ise düzen alanı olmak zorunda. Böylece o istediği gibi yaşayabilirken ben kontrol manyaklığıma devam edebiliyorum.
Evdeki görevleri de paylaştık. O bulaşıkları makineye yerleştiriyor, kendi çamaşırını kaldırıyor, toz alıyor bende geri kalan ne kaldıysa. Düzenliyiz, düzenliyken ben mutluyum böylece o da mutlu! Her şey daha kolay oluyor, tek başına her şeyi yapıyor olmak zorlamıyor böylece. Allah'a şükür her şeyimizi de tamamladık, ufak tefek tamirat işleri var onları da yavaş yavaş halediyorum.
Bu yazının sonucu nedir? Bekar anne olunca düzenli olmak, programlı olmak çok çok daha önemlidir. Uyanamazsanız bile, çok yorgun olsanız da, zor gelse de, mutlaka bulaşıklarınızı, çamaşırınızı yıkayın ve ortalığı zamanında toparlayın keza iş ve tek başına çocuk bakımı yeterince yorucuyken, bir de evin dağınık olup her şeyin üzerine üzerinize geliyor olması gibi bir duruma katlanmak zor kalmazsınız. İkincisi, çocuk da yardımcı olacak. Mecbur.

Bekar Babanın Hayatı

BENİM deneyimimdeki bekar baba yer, içer, gezer. Canı isterse çocuğunu alır hafta sonu bir iki yere götürür. Bekar baba ev ödevi ne, hangi dersler okutuluyor, servis ücreti nedir, yıl sonu toplantısı, veli toplantısı, çocuğun arkadaşları, arkadaşlarının evleri, arkadaşlarının aileleri, beslenme çantası hazırlığı, haftalık harçlık gibi detayları hiç bilmez. Yatma saatleri onun için önemli değildir. İşiniz varken uzun süreliğine (1-2 hafta) çocuğu kendisine bıraktığınızda, mutlaka baktıracak bir aile büyğünü bulur. Sizin aksine o iki işi aynı anda götüremez. Hem çocuğa bakıp hem de işe gidip gelemez. Tatil'e götüremez. Çocuğuna pek vakit ayıramaz çünkü nedense çok çok yoğundur. Ev ödevini kontrol etmez, kitap okuması için zorlamaz, çarpım tablosunu ezberletmez.
Hep çok çalışıyordur, hep işi zordur, hep para durumu sıkışıktır. Sizi her gördüğünde kaşını gözünü düşürür, hayatın ne kadar zor olduğunu anlatır size, bunu da çocuğunun yanında yapmaktan çekinmez çünkü içten içe, inceden inceye çocuğa herşeyin sorumlusunun annesi olduğunu işler.
Bekar baba, sevgili edinince çocuğunun yanına getirmekten çekinmez. Hatta beraber gezmeye bile götürür. Çocuk ne şekilde algılar bu durumu pek düşünmez, canı nasıl istiyorsa öyle davranır. Canı ne istiyorsa yapar.
Tüm bunlara karşılık bekar anne böyle bekar babalar için düşmandır, çocuklarını onlardan ayırmış cadı dır. Çocuktaki en ufak psikolojik sorunun kaynağı yine bekar annedir onlara göre. Bunu da çocuğun kendisi başta gelmek üzere, herkese böyle anlatmaktan çekinmez. Kendisi çok kötü durumdadır çünkü, çocuğundan ayrıdır ya! O kadar ayrı kalmıştır ki, bir araya gelebildiğinde nasıl davranmayı hatta ve hatta baba olmayı bile unutmuştur! Yoksa, yoksa...içinde vardır babalık! Unuttuysa suçlusu yanlızca bekar annedir.
Tabii böyle davranmayan bekar babalar da vardır elbet. Baba gibi babalara can kurban, bize kısmet değilmiş ne yapalım!

Bekar Anne Olarak Disiplin Sağlamak

Kendisine 40 defa odasını toplaması gerektiğini ve 100 defa "yemeğini çabuk bitir" dediğim için benden daralan oğlumla aramızda geçen konuşmamız:-
Bekar Anne'nin Biricik Oğlu: Anne, babam bizimle yaşarken sen bana kızmıyordun.
Bekar Anne: O zamanlar kim kızıyordu sana?
Bekar Anne'nin Biricik Oğlu: Babam!
Bekar Anne: Oğlum o zaman iki kişiydik, şimdi ben tek başıma sana söylüyorum ya herşeyi, sana fazla kızıyormuşum gibi geliyor ama aslında o zaman da aynı şeylerden bahsediyorduk. Biraz baban diyordu biraz ben!
Bekar Anne'nin Biricik Oğlu: Evet...
Bekar Anne: Yani senin üzerine düşüyormuşum gibi geliyor ama napalım...bi sen varsın, kiminle uğuraşacağım ben!!!
Image may be NSFW.
Clik here to view.
http://www.ehow.com/info_8337534_child-discipline-single-mothers.html
Bekar Anne'nin Biricik Oğlu: Ya anneeee offff (güler)
Bekar Anne: Bu durum hoşuna gitmez tabii, devamlı biri sana yat, kalk, ödev yap, yemek ye, banyo yap diyor ve bunu tek kişi söyleyince sıkılıyorsun ama önemli şeyler bunlar. Hem benim görevim senin en iyi şekilde yetişmen. Ben seni bıraksam, birşey demesem yaparmısın? Yemeği bile ben söylemezsem 1.5 saatte bitiriyorsun! Anlıyormusun? Bir açıdan da baban ayrı bir yerde yaşarken onun senin yanındayken yapması gereken ve söylemesi gereken şeyleri ben yapıyor ve söylüyorum! Onun yanına gittiğinde o da söylüyordur sanırım...yani öyle değil mi? (anne bilgi almaya çalışır çaktırmadan). Ben de hoşlanmıyorum başında dır dır etmekten, tartışmamızdan.
Bekar Anne'nin Biricik Oğlu: Yaaaaa....kurallar neden var ki... offfff!
Bakar Anne: Varlar işte. Ayrıca sen bunlar var diye ben sana bunlar konusunda uyarı yapıyorum diye sıkılabilirsin ama yapacak birşey yok benim görevim seni eğlendirmek değil!
Bekar Anne'nin Biricik Oğlu: Tamam anne, tamam tamammmmm....
----
Çocuk bunaldı tabii... dır dır dır dır! Ama başka yolu yok bu işin....

"Ben, Ben, Ben": Kişilik Bozukluğu İle Evli Olmak

Dün gece saat 24'e 10 kala eski koca aradı ve benden çok çok alakasız bir şey istedi. Evime gelip alacaktı. Birisine lazım olmuş, kendisine de değil. Oğlunu almaya gelmeyen, sadece ben götürdüğümde görmek için çaba gösteren bu adam birileri hasta oldu, onlara kendini iyi gösterecek diye benden kalkıp gecenin bir vaktinde ona baharat vermemi istedi. Bu olay beni şimdi anlatacaklarımı yazmaya sebep oldu.
Önemli not:- Ben psikolog değilim, eski kocanın da kişilik bozukluğuna sahip olduğuna dair bir raporu yok ama psikologun bana söylediği ve yaşadıklarımızdan çıkan sonuçlara göre belirlenen bir teşhistir. Bu yazacaklarımın tamamı kişisel deneyimlerimdir.
Vikipedi kişilik bozukluğunu aşağıdaki gibi tanımlar:

Kişilik bozuklukları uzun dönemli, şiddetli ve dirençli düşünce ve davranış kalıplarıyla karakterize olmuş zihinsel bozukluklar sınıfıdır. Kişilik bozukluklarının tanımlanması ve kategorize edilmesi zordur. Kökeni kalıtsal veya çevresel olabileceği gibi, hem kalıtsal hem de çevresel olabilir. Kişisel bozuklukların tanımında kişinin içinde bulunduğu kültürel ve sosyal ortam çok önemlidir. Bir durumun kişilik bozukluğu olarak teşhis edilmesi için kişisel ve/veya sosyal yaşamında önemli oranda sıkıntı ve bozukluğa yol açacak bir davranış düzeni bulunmalıdır.
Kişilik problemleri çok çeşitlidir. Ancak hepsinin sergilediği ortak yan, dış dünyanın taleplerini ve sınırlamalarını kabul etme yeteneğinin noksanlığıdır. Bu bozukluklar kişinin davranışlarını, ailesiyle veya işteki ve eğlencedeki insanlarla ilişkilerini etkiler.
Bir kimseye kişilik bozukluğu teşhisi konulmadan önce, doktorların kişilik bozukluğu değişiklikleri araştırmaları ve bulunmadığını belirlemeleri gerekir. Ekseriyetle kişilik bozukluğu olanların çocukluk döneminde duygusal problemleri olmuştur.
Kişilik bozukluğu bulunanlardan ancak beşte biri psikiyatrik destek ve tedavi istemektedir. Çoğu, evlilikte, düzgün bir iş hayatı yürütmekte ve arkadaşlıklarında, uzun zaman devam eden zorluklar yaşar.

Kişilik bozukluğu olan insanlarla ilişki kuran ve zamanla yanlış giden şeylerin fakına varan ben gibi kadınlar, aslında en başından ilişkinin tohumları atılırken bazı “kırmızı (uyarı) bayrakları” gördüklerini fakat kendi karakterlerindeki bazı durumlardan (bağımlı kişi - ben kendime direkt geri zekalı diyorum) dolayı, bu uyarıları dikkate almadıklarını fark ederler.
Benim uyarıları bayrağımın ilki, en başına, tanışma anımıza dayanır. Eski koca, cüzdanını kaybetmişti. Kendisini ortak bir arkadaş yolu ile tanıyordum ve arkadaşımın ricası üzerine kendisine borç para vermiştim. O vakitler üniversitedeydik ve arkadaş grubumdaki birçok kişi okulu bitirip bir an önce hayatının bir sonraki adımına hazırlanmaya çalışırken, eski koca (kendisine bundan sonra EK diye hitap edeceğim) derslerinden kalıyor, sabah okul’a gelemiyor, ödevlerini zamanında teslim etmiyordu. Bir an önce evlenelim diyordu ama bir yandan da hiç gelecek ile ilgili net bir planı yoktu. Hep olmayacak hayalleri vardı. Anlatıldığında çok mantıklı olan ama gerçekleşmesi için ortada somut bir sebep olmayan hayalleri vardı. Dünyanın parasını kazanacaktı, az çalışıp çok para kazanacaktı. Boy boy çocuklarımız, dönüm dönüm arazilerimiz, sıra sıra evlerimiz olacaktı. Ben ise sadece bu adamın heyecanına kapılıyor ve hikayelerindeki, eş, anne, sevgili imgemi istiyor bunun anlattığı çalışkan koca, eş ve sevgili imgesine aşıktım.
İlk hamileliğinde bebeği istemedi, ikincisinde de. Üçüncüsünde, oğluma hamile kaldığımda, artık baba olmaya hazır olduğunu söyledi. Benim sağlığım veya var olan çocuk değildi ki önemli olan. ONUN baba olmaya hazır olup olmadığıydı ki önemli olan. Ben de salağım ya, babamla annemin ilişkisini istemediğim için kendi evliliğimde; kocam ne dese he der geçiyordum, ona karşı çıkamıyordum. çıktığımda aptal olduğumu, neyin ne olduğunu bilmediğimi söylerdi. İnancımın aptallık olduğuna inandırırdı beni. Gerçekten aptaldım, gerçekten!
Önce ailemden uzaklaştırdı beni. Ben zaten kandırılmaya hazırdım, baskıdan bıkmıştım. Evdeki kavga gürültü, dayak, sorun artık bana yetmişti. Bu durum işine geldi. Tüm ailem o oldu. Ondan başka düşünecek bir tek işim kalmıştı artık. Kendisi çalışmadığı için, işim bize lazımdı. Hep bir borç vardı, hep bir maddi kaygı. Geçinemiyorduk. Markete gidip, alışveriş yapıp, kredi kartının ödeme yapmadığı için utana sıkıla her şeyi kasada bırakıp çıktığımız çok gün hatırlıyorum. Ben alışverişi sevmediğim için çok sorun değildi ama o severdi. Her şeyin en pahalısı, en kalitelisini isterdi. Bende sevgimden dolayı hep mutlu olsun, yüzü gülsün isterdim. Daha ucuz bir ayakkabı, daha uygun fiyatlı bir tuvalet kağıdı alamazdım eve. Hep daha iyisini hak ettiğimizi söyler ama bunu maddi üstünlüğü karşılayacak bir işe de girmezdi.
Çok kültürlüydü, gerçekten zekiydi. Dünya aptaldı, tek o akıllı. Bende aptaldım. Saatlerce savunurdum fikirlerimi, sonra vazgeçerdim. Bırakırdım. En güzel yemeği o yapar, en güzel yazıyı o yazardı. Yıllardır yazar olmak isteyen ben, ona yazdığı bir şiir ile dalga geçtiği için yazmayı bıraktım.
Çalışamazdı bir yerde uzun süre. Birilerinin, bir müdürün, bir patronun ona ne yapması gerektiğini söylemekten hoşlanmazdı. Hep kendi işini isterdi, ben de çalıştığım için ona bu konuda destek olurdum. Neyse ki hiç böyle bir şey yapmadı. Kendi işini açsaydı kim bilir ne felaketler yaşardık. 13 yılda 5-10 farklı iş yerine girmiş çıkmıştır, en uzun çalışması da aynı iş yerinde 1 yıldır.
En son yaşadığımız şehir, çalıştığım işi de eleştirmeye başladıktan sonra taşındık. Zaten hep mutsuzdu, onu bildim bileli uyku ile sorunu vardı. Bütün gece oturur oyun oynar, bütün gün uyurdu.
Beni hep eleştirirdi. Saçım, kilom, kıyafetim, yaptığım iş hep bir sorundu. Ben hiç yeterli değildim onun için. İş yerimdeki önemli, kilometre taşı başarılarımın arkasında hep kendisini koyardı. Fikir hep onun fikriydi, hatta o yapmıştı projeyi. İş arkadaşlarımla evde çalıştığım günlerde, konuya girer sanki kendisi konu ile ilgili aşırı deneyimliymiş gibi saatlerce neyi nasıl yapmamız gerektiğini anlatırdı. Kimsenin onu anlamadığını, patronların aptal olduklarını, ona bir kalsa ah o bir patron olsa, o nasıl mükemmel bir şirket olurdu!
Bana hep hoşuma gitmeyen biçimlerde dokunurdu. Hassas bir insandım hep. Çocukken toka bile taktırmazdım kafama, cildim acırdı. Bunu bilirdi ama canımı acıtırdı, bilirdi canımı acıttığının farkında olurdu. Hassas olduğumu bilirdi. Kızdırır ondan sonra kendisinin beni kızdırmadığımı savunurdu. Üzerdi beni. Bilirdi üzdüğünü; insan bilmez mi kaç yıl bir arada yaşadığı insanı. Ona göre hep sorun bendeydi, ben de inanırdım. Kendime mektuplar yazardım: kocama karşı daha hassas, daha nazik olacağıma söz veriyordum kendime.
Kız arkadaşlarımın ona aşık olduğunu anlatırdı bana. Herkes ona aşıktı. Bende inanır, arkadaşlarıma kırılırdım. Çok yakışıklı bulurdu kendini, ben ise onu dışarıda gösterebileceği kadar güzeldim. Yeterdi ona bu. Fazla sosyalleşmezdik zaten. En yakın erkek arkadaşlarına da beni, onların sahip olmadığı oyuncak gibi gösterirdi.
Hep haksızlığa uğradığını söylerdi. Annesi, babası, öğretmenleri, işverenleri tarafından hep bunun hakkı yenmiş olurdu. Kolay yalan söylerdi, insanlar ile ilişkileri bana hep sahte gelirdi, bence yakın arkadaşı yoktu. Şimdi anlıyorum ki hep bir çıkar üzerinde kurardı ilişkilerini. Eğer kişi bunun istediği formda ise, sorun yoktu ama eğer birisi bunun duymak istemediği bir şey söylerse, hemen bir sorun bulur; ilişkisini keserdi.
Ben ağladığımda, “acı çekiyorum, ne olur dur, yeter artık” diye haykırdığımda donuk gözlerle bana bakardı. Anlamazdı neyi neden hissettiğimi. Ona göre her şey normaldi, o acı çekmediği sürece sorun yoktu. Benim hastalıklarımın, sıkıntılarımın onu için dert olduğu tek zaman ONU etkilediği zamanlardı. Boş, bomboştu bakışları. Korkardım. Tepki vermesini isterdim. Donardı bakışları üzerimde. Ben bir tepki için çırpındıkça o daha çok donardı!
Çocuğu ile ilişkisi de normal değildi. Çocuğu onun için gurur duyabileceği, onun kendine pay çıkarabileceği sürece mükemmeldi ilişkileri ama kendisi büyüyen çocuğun ihtiyaç ve isteklerine karşılık vermeyi kestiği zaman ve çocuğun da buna bağlı olarak bundan uzaklaşmaya başladığında, onun ile ilişkisini de zedelemeye oğlunun onu sevmediğine inandırdı kendine. Çocuğu ile ilgili hep bir hayali oldu, bir sürü söz verdi ama asla yerine gelmedi bu sözler de hayaller de. Oğlum mükemmel evlatken sorun yoktu, ama her çocuğun yaptığı gibi istemediği durumlar karşısında tepki gösterdiğinde EK çocuğu tutar omuzlarından sarsardı, kaldırıp fırlatırdı çocuğu. Kızgın bir ebeveynden çok, delirmiş bir adam sureti beliriverirdi karşımıza, sinirli bir insan olduğu için değil (aksine, soğukkanlı bir sükunete sahipti) sadece “oğlum hangi hakla mükemmel davranmaz” bakış açısına sahipti. Bir gün eve gelen misafire "Bak, çocuğu oratada görüyormusun? Görmezsin. Çocuk odasında sessiz sakin oynar, kendi kendine oyalanır bizim evde" demişti de adam daha sonra kendini tutamamış bana bunun normal bir durum olmadığını söylemişti.

Narsist kişilik bozukluğu olan kişi: 
  • Kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır (örn. başarılarını ve yeteneklerini abartır, yeterli bir başarı göstermeksizin üstün biri olarak bilinmeyi bekler)
  • Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da kusursuz sevgi düşlemleri üzerine kafa yorar 
  • “Özel” ve eşi bulunmaz biri olduğuna ve ancak başka özel ya da toplumsal durumu üstün kişilerin (ya da kurumların) kendisini anlayabileceğine ya da ancak onlarla arkadaşlık etmesi gerektiğine inanır 
  • Çok beğenilmek ister 
  • Hak kazandığı duygusu vardır: kendisinin özellikle kayırılacak olduğu bir tedavi biçiminin uygulanacağı  beklentileri ya da bu beklentilerine göre uyum gösterme 
  • Kişilerarası ilişkileri kendi çıkarı için kullanır: kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır 
  • Empati yapamaz: başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanıyıp tanımlama konusunda isteksizdir 
  • Çoğu zaman başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır 
  • Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler 
(Kaynak: http://psikoloji-psikiyatri.com/narsisistik_kisilik_bozuklugu.html)

Ne yazık ki bağımlılıkları da vardı ama öncelikle kendine bağımlıydı her narsist gibi ve yıllar geçtikçe halleri hal değildi. Bir baktım ki sınırda kişilik bozukluğu diye bir şey var:-
  • Gerçek ya da hayali bir terk edilmeden kaçınmak için çılgınca çabalar gösterme.
  • Gözünde aşırı büyütme (göklere çıkarma) ve yerin dibine sokma uçları arasında gidip gelen, gergin ve tutarsız kişilerarası ilişkilerin olması
  • Kimlik karmaşası: Belirgin olarak ve sürekli bir biçimde tutarsız benlik algısı ya da kendilik duyumu
  • Kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki alanda dürtüsellik (örn. para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, pervasızca araba kullanma, tıkanırcasına yemek yeme).
  • Yineleyen intiharla ilgili davranışlar, girişimler, göz korkutmalar ya da kendine kıyım davranışı
  • Duygulanımda belirgin bir tepkiselliğin olmasına bağlı affektif instabilite (örn. yoğun episodik disfori, irritabilite ya da genellikle birkaç saat süren, nadiren birkaç günden daha uzun süren anksiyete)
  • Kendini sürekli boşlukta hissetme
  • Uygunsuz, yoğun öfke ya da öfkesini kontrol altında tutamama (örn. sık sık hiddetlenme, geçmek bilmeyen öfke, sık sık kavgalara karışma)
  • Stresle ilişkili gelip geçici paranoid düşünce ya da ağır dissosiatif semptomlar
(Kaynak: http://www.terapistim.com/kitap/DSM-IVdeBorderline%28Snrda%29KiilikBozukluu.html)

Hata üstüne hata yapardı, beni uzaklaştırırdı yanından sonra onu terk edeceğimden korkup üzerime daha çok düşerdi ama diğer yandan hep beni bırakıp gideceğini ima ederdi (bu da benim hassas noktamdır, bunu bilirdi). Hatta kavga ettiğimiz bazı gecelerde çıkıp gitmiştir evden, benim yalvarmama rağmen yürümüş gitmiştir!
Hep mutsuzdu, hareketsizdi. Depresyonda olduğunu kabul etmez, doktora gitmez, en basit baş ağırısı için bile ilaç kullanmazdı. Deli gibi araba kullanırdı, korkuyorum dememe rağmen durmazdı. Bir kere köpeğimizin bir yaptığına çok çok sinirlenmiş koca hayvanı odanın bir ucundan, diğer uca fırlatmıştı. İnsanlara karşı hep kızgındı. Hep tartışırdı, ailesinden kopmuştu (ta ki biz boşanıp da tek başına kalıncaya kadar), dostu yoktu. Kimseye güvenemeyeceğini söyler dururdu.
Benim onu aldattığımı düşünür, evin içinde bile beni izlerdi. Tuvalette uzun kaldığımda, ne yaptığımı sorar beni kapının önünde beklerdi.
Evin hiçbir işini yapmazdı, düzeni seviyor olduğumu bilmeme rağmen evi benim için toplamazdı. Canı istediğinde iş yapardı. Ben bütün gün çalışıp eve yorgun argın gelip, bunu uyur bulduğumda niye kızıp üzülüyorum anlamazdı. Defalarca yardım istememe rağmen yardım etmezdi.
Bir kere psikologa gitti benimle. Başımıza gelen her şeyden ailesini ve beni sorumlu tuttu, beni aldatmış olmaktan bahsetmedi ve 1 saatin sonunda doktorun işe yaramaz biri olduğunu, onun yardıma ihtiyacı olmadığını hatta ve hatta doktorluğun bir işe yaramadığını söyledi çıktık muayenehaneden. Bu onu kurtarmak için son denemem oldu. 
********
Bu konuda yazacak, çizecek çok şey var, istediğim gibi toparlayamadım bile. Belki yine yazarım ama en önemli nokta şu: ben bunları yaşarken, olayların hep benden dolayı geliştiğine inandım, inandırıldım. Halbuki bu tip şeyler çok yaygın. Keşke benzer hikayeleri yaşayan kadınların elini tutup “senin bir suçun yok, sadece bağımlısın, kişiliğinde bu var. Belki adama duyduğun sevgi, belki aptalca bir inat. Her ne ise, senin bu yaşadığın normal değil. Bak gerçeği gör, kendini iyileştir, kendini kurtar” diyebilsem çünkü inanın bu durum çok, çok zor. Sadece psikolojik değil, fiziksel, sözel ve duygusal şiddeti insanın ömründen ömür götürüyor, geleceğine dair umudunu söndürüyor ve en kötüsü bu sahnedeki çocukların geleceğini yok ediyor. Bittikten sonra da iyileşmek zaman alıyor. Ben bile hala iyileşemedim. Beni yıllar sonra gören insanlar, yüzümde devamlı korku dolu bir ifade olduğunu söyler. Doğrudur, hala korkuyorum – özellikle aynı hataları tekrarlamaktan, dersimi alamamış olmaktan ve en kötüsü şaşırıp oğlumu yine böyle bir hayata maruz bırakacağımdan…

Kahvenin Dozunu Kaçırınca...

Ah ya...kış'ı bekliyorum, soğuk olacak yok zor olacak, geldiydi, gelmediydi derken ilk yoğun yağmur bulutuna bakıyorum şu anda. Dolu dolu bana geliyorlar ama benim kafam çok bozuk arkadaş!
Pazar günü iş toplantısı için yola çıktık patron ile. Normal şartlarda 1 hafta sürecek olan gezi şiddetli stres nedeniyle kısa kesildi ve dün gece yarısı eve ulaşmak kaydıyla yarıda bırakıldı. Sabah 8:20 de toplantıya girdim, şimdi de birkaçıncı fincan sert, siyah ve sıcak kahvem ile sinirlerimi yatıştırmaya çalışıyorum ama her şey bugün beni delirtmek üzere planlanmış sanki. İnternet yavaş, kahve (havanın da serinlemesiyle) çabuk soğuyor, patron gergin, asistanım şaşkın ve bu nedenle o da yavaş, daha oğlumu göremedim ve babası eşyalarının yarısını bir yerde kalanının başka bir yerde unutmuş durumda.
Eski kocanın babalık görevine karşı vurdum duymazlığı, sorumsuzluğu, rahatlığı konusunda yazmaktan, bu konuda düşünmekten bıktım. NE KADAR zor olabilir çocuğun bir çanta eşyasına sahip çıkmak, onu vaktinde yatırmak, ödevini tamamlamasını sağlamak! Bu konuda uyardığım zaman da surat yapmak neyin nesi oluyor canım! Bir de sanki her şeyi doğru yapıyormuş da ben durduk yere tepki gösteriyormuşum gibi "tamam sen merak etme" diyip yine ve yeniden yapacağım dediği şeyi yapmaması neyin nesi?
Tamam ya sakinim, bir şeyim yok! Geçti valla geçti... 



Kontrol Manyağı Bekar Anne

Ben bir kontrol manyağıyım. Hani yumuşatayım, kontrol delisiyim hatta çevremde gelişen olayların farkındalığında olmak beni rahatlatıyor filan desem dedim ama yok...bildiğiniz kontrol manyağıyım. 
Benim gibi bir kontrol manyağının bir anda (!) aldatılması ve süreç içerisinde boşanması ne kadar zor anlatamam. Adamın beni aldattığını duyduğumdaki ilk tepkim "bir saniye...evlilik tamam, çocuk tamam, aldatılmak??? hayır hayır, hayır bu planlarımda yoktu. Listemi kontrol etmeliyim. Mmmm... hayır üzgünüm hiç planlarıma uymuyor bu durum" olmuştu. 
Image may be NSFW.
Clik here to view.
"Ben bir kontrol manyağı değilim, sadece
 olayların kendi istediğim gibi gelişmesinden hoşlanırım!"
Hatta SADECE bu kontrol manyaklığım yüzünden bile uzun süre evli kaldım o adamla. Bir kere hiiiiiççç pratik değil, efendim, boşanmak. Boşanmadan evvel eşyaların paylaşımını düşününce bile canım sıkılıyordu; "Yahu...her şeyin yeri var. Bu burada gayet iyi duruyor, şimdi o başka bir evde yaşayamaz" diyordum kendime hani çocuğumun boşanmış bir evlat olarak durumunu düşündüğümde ne kadar çıldırdığımı anlatamam bile. Plana göre anne+baba=çocuk idi. Hep beraber yaşanacaktı. Biz çalışacak, o okuyacaktı. Beraber koyacaktık kuralları, babası okula bırakacak, ben akşamları alacaktım. Eee, bu durumda plana uymadı.
Sonuç...kocaman bir kuyu. Tünel desem, sonunda ışık görme şansı var ya olmaz. Bildiğiniz bir kuyuya düşüyordum. Bu arada sağda solda gördüğüm her çıkıntıya, her bir dal'a tutunmaya çalışıyordum. Çok hızlı düştüğüm için tutunamadığım gibi, ellerim yaralanıyor, kanıyor ve acıyordu. Kapkaranlıktı dibi, gözlerimin kapalı olması ile açık olması arasında hiç bir fark yoktu. Nereye düştüğümü görmüyordum. Hatta kuyunun havası da sıkıcıydı, nemli, eski ve boğucuydu. Sesimi bile duyuramıyordum kendime. Depresyon böyle bir şey işte. Eski, derin, ucu olmayan bir kuyu!Sonra kontrol etmeyi bıraktım olayları bıraktım kendimi, işte o zaman kuyudan arkadaşlarım sesimi duydu. Biri ip sarkıttı, diğer de fener verdi... anti-depresanların da çok faydası oldu tabii. Allahım o ne kafa öyle. Önce bir işe yaramıyor gibi gelir insana ama sonra yavaş yavaş tedavi eder (bir de sağolsun 10 - 13 kilo aldırdı bana ve bir çok sebepten dolayı bana iyi gelmesine rağmen kimseye tavsiye etmem ilaç kullanımını - başka çaresi yoksa ayrı).
Sonuç...hala bir kontrol manyağıyım ama bunu artık sadece işimde kullanıyorum. İlişkilerimde daha çok bekle ve gör taktiğini uyguluyorum. Verdiğim tavsiyeler eskisi kadar müdaheleci değil ve hayatta herşeyin ve herkesin bir anda değişebileceğini öğrendim...aa...aaaaa...durun, geleceğim, asistanım çok uygunsuz bir font kullanıyor mail yazarken hemen durdurmam gerek yoksa olmaz ki canım.... :)



Zaman

Zaman gerçektende düzeltiyor, iyileştiriyor. Yeter ki izin verelim, herşey daha güzel, daha olgun, daha nefis, daha aydınlık oluyor.
Yeni bir başlangıcın eşindeymişim gibi uyanıyorum her sabah. Kendimi özellikle hazırlıyorum taze bir güne. Evet, sıkıntılar ve zorluklar oluyor, çok yoruluyorum, ağlıyorum, kızıyorum, bunalıyorum hatta vazgeçmek istiyorum ama hiç, hiç birşey daha önce yaşadıklarıma benzemez. Durumu değiştirebildim, düzelttim ya; ben çok ama çok şanslıyım. Allah'a şükürler olsun...


Amazon Bekar Anne


Image may be NSFW.
Clik here to view.
Bu aralar sağ gözümüm arkasından başlayan, enseme inen, oradan omuzuma doğru kıvrılıp sağ elime uzanan ve kolumun da uyuşmasına sebep olan garip ve kronik bir ağrım var. Sebebini bildiğim ve kendimi pek zeki sandığımdan doktora henüz gitmedim. 2 parasetemol sabah, 2 de gece yatmadan evvel olmak üzere günlük sadece 4 hap ile bu durumla baş ediyorum. İşler çok aşırı gergin, ben devamlı masa başındayım ve sağ kolum devamlı mouse veya klavye üzerinde gezinirken, boynum bir zürafa gibi laptop ekranına doğru uzanmakta ve bozuk olan gözlerim her şeyi net görmediği için resmen bilgisayara kafamı sokmak sureti ile bu olabilecek en rahatsız çalışma pozisyonunda günümün 8,5-9 saati geçmekte. 
Tabii bendeki beyin durmuyor. Bugün sabah ağrı ile uyandığımda kendi kendime acaba daha ciddi bir şey olabilir mi? Acaba beynimde bir şey mi var, yoksa ben görme yetimi mi kaybedeceğim gibi yersiz, saçma ve geri zekalıca bir sürü fikre kapıldım. Bir an için doktora bile gitmeyi düşündüm (ciddi kapalı yer korkum var, yok MR filan diyecek valla giremem ben o tabut gibi şeye) ama hemen vazgeçtim.
Sonra panik bastı. Hadi sadece hastalıktan değil de başka bir şeyden dolayı bana bir şey olacak olsa ve çalışamayacak hale gelsem bize kim bakar? Emekliliği gelmiş annem mi, yoksa oğluna para vermeyen eski koca mı? Peki ben olmasam, oğlumun tek diğer yasal velisi, bırakın küçük bir çocuğa kendisine bile bakmaktan aciz durumda. 
Bu yüzden yarın (yok aybaşında, ama...ennn geç ayın onunda) doktora gidiyorum. Gerekirse koltukları, kitaplarımı, elimdeki tek altın takı olan eski kayınvalidenin ileride gelinine takarsın diye evlendiğim gün annesinden alıp bana taktığı bileziği, bulaşık makinesini, oğlumun yaptığı bir iki başarılı resmi ve master tezimi satıp İstanbul da açık MR'a gideceğim. 
Oğlumu o adama ve onun süslü sevgililerine bırakamam. Çocuk ne zaman üniversiteden mezun olur, rahat rahat hasta ve huysuz olurum. O zamana kadar bu can bir tek benim canım değil.
Biraz kız gazı...ama önce ilacımı almalıyım, bu ağrı beni öldürecek!


Hastamısın Anne?

Dün eve dönerken çok kötüydüm. Boyun ve baş ağrısı, kolumun uyuşması, gerginlik, tuhaf bir öğle yemeği ve "sağlıklı olsun da kahve içmeyeyim artık biraz bitki çayı içeyim" diye içtiğim çay midemi altüst etmiş, nasıl araba kullandım, eve ulaştım bilmiyorum. Eve girer girmez kendimi yatağa attım derken 10 dakika sonra kapı çaldı, oğlum geldi. Okuldan çıkışı 17:30 olan küçük paşaya komşular "annen senden erken geldi" dediği için anahtarı ile açmamış kapıyı. Suratımın sap sarı olduğunu görünce "özür dilerim, bilseydim seni yataktan kaldırmazdım" diyerek bir kere, bin kere daha yüreğimi ısıttı - maymun ya tam! Ben yatarken bilimsel deneyler kitabı ile geldi yanıma oturdu. Bir yandan okudu, bir yandan benimle ilgilendi. 15-20 dakika sonra evde yemek olmadığı için sürünerek yataktan çıktım, oğlanı alıp markete gittim.
Yoldayken "Anne bu caddenin adı ne" diye sordu. "Bilmem neden?" dedim. "Şimdi sen bayılırsan, 112'yi arayıp ne diyeceğimi düşündüm" dedi. Ben de "işte Migrosun karşısı filan dersin, mahalle adı verirsin" dedim zorlanarak, konuşmak midem daha da kötü yapıyordu. "E ama sen şimdi ayağın gaz pedalındayken bayılırsan, araba hareket etmeye devam ediyor olacak, yani migrosu, otel'i geçmiş oluruz" dedi. Gülerek, "merak etme, sağa çeker öyle bayılırım" dedim, keza laf anlatacak enerjim yoktu. 
Markette "Anne çok mu hastasın" dedi. "E, biraz kötüyüm ama toparlanırım" dedim. "Eğer kendine bakamayacak gibiysen ben kalırım yanında" dedi "ama" diye devam etti "kendine bakabileceksen ben babama giderim o bana bakar sen de iyileşince eve dönerim" dedi. 
Hemen düzeldim tabikide :)

Büyüyorum Anne!!!

Daha dün; çocuklarımızdaki değişimleri aylar itibariyle takip ediyorduk. 4-5 ayda katı mama, 8. ayda kendi başına oturdu, 15. ayda yürüdü derken değişim süreleri kreşteyken kısaldı. Her hafta yeni bir şey öğrendiler; renkler, şekiller, kendi başına yemek yemek derken okula geldiler. Bu sefer günlük olarak değişmeye başladı her şey. 1. gün sınıfa, 2. gün kantine, 3. gün sınıf arkadaşlarına, okul bahçesi, teneffüs, zil, doğal sayılar, "lale, ela, el ele" derken değişimler saatlere döküldü.
4. sınıfa giden, 9.5 yaşındaki oğlum an itibariyle ergenliğe adım attı.
Aslında sinyallerini veriyormuş 1 aydır filan. Mis gibi bebek kokusu gitti, yerini ekşi bir koku aldı. Herhalde yazdandır, sıcaktandır diye birey demedim her gün banyo yapması için zorladım. Bu yaz çok hızlı uzadı, çok hızlı kilo da aldı. Biraz huysuzlaşmaya başladı. O bildiğimiz 2 yaş sendromu ufak ufak geri geldi. Daha başka davranış değişiklikleri de oldu: baş kaldırmak, odasının kapısını arkasından kapatmak, ev dışı ortamlarda bana mesafeli davranması, kesinlikle, asla ve kati olarak benim onu yıkamamı izin vermemek (gerekiyor detaylı temizlik, kese/babasına kaç kere rica ettm hamama götür diye olmadı) v.s. Sonra cumartesi günü ben iş yerindeyken başım ağrıyor diye beni aradı bu tip! Bende hastayım zaten, herhalde ona da bulaştı diye eve gittim. Fiziksel olarak bir şeyi yoktu hatta TV izliyordu (keza başı ağrıdığı için ödevden izin istemişti). Yemek yedi, markete vs gittik sonra eve geldiğimde acayip canı sıkkındı çocuğun. Bende her günün mutlu bir gün olamayabileceğini, bazen insanın kendisini kötü hissedebileceğini, bunun sebebinin yorgunluk, hastalık veya henüz anlamadığı ve canını sıkan bir olayı olabileceğini söyledim. Bir kaç kere "kendimi çok kötü hissediyorum, bugün en kötü güüüüünnn" diye ağlayarak yanıma geldi. 3 yaşındayken düşürdüğü dondurmasına, ıslanan kağıt helvaya üzüldü "ben küçükken çok mu yemek döktüm anne?" diye sordu hıçkırıklar arasında. Çok garip davranıyordu. Daha önce ölen balığı, kaplumbağası, babasının bakamıyoruz diye bahçeli bir eve verdiği köpeğe vs ağlamıştı ve bende hastalığın da verdiği dalgınlıkla bu krizi de ona benzettim. Rahatlasın diye ödevini ertesi gün'e bırakabileceğini söyledim, rahatlaması (ve evet koktuğu için) banyoya yolladım, neşelenmesi için yıl başı ışıklarını çıkardım, perdeye astım, mum ve tütsü yakarak en sevdiği programı açtım TV de. Gece de benim yatağımda yatmasına izin verdim (hasta olmama ve boynum tutuk olmasına rağmen). Ertesi sabah daha neşeli uyandı, kahvaltı yaptık, ödevini yaptı, arkadaşına götürdüm. Arkadaşının annesi kendi oğlunun bir iki kere benzer duygusal anlar yaşadığını anlattı. Normaldir herhalde diye düşündüm geçiştirdim. Eve dönerken çok mutluydu ve bana "dün en kötü gündü, bugün çok mutlu bir gündü Anne, teşekkür ederim" dedi. Bir sürü konudan muhabbet ettik, yemek yedik. Sonra yatma saati geldi çattı. Yine yanımda uyumak istedi. Bende bir önceki gece tekmelendiğim ve boyun ağrım devam ettiği için hayır dedim ama sonra dayanamadım kabul ettim. Biraz zaman geçtikten sonra, kalktı geldi ve süper dramatik bir ses ile "Anne ben yatağını yaptım, kendi yatağıma gidiyorum" dedi. Nedenini sorduğumda "düşündüm de senin boynun ağırıyor, en iyisi ben yatağıma yatayım" dedi. Ya...resmen eridim düşünceli davranışının karşısında; "oğlum saçmalama, yat hadi ben iyiyim ve ayrıca ben de seninle uyuyayım diye geliyordum" dedim bunu yatağa götürdüm. Yatar yatmaz bu yine başladı mızıklanmaya. Dediğine göre biz çok kavga ediyormuşuz, bu durum onu çok üzüyormuş. Ya vallahi öyle bir şey yok. Olsa yazarım. Anormal bir tartışmamız yok hatta düşündüm sonra, kaç gündür çok sakindim. KAVGA dediği evvelki gün olmayacak birşeye tutturmuş da tutturmuş benim de sabrım taşmış biraz bağırmıştım. Ama travma yaratacak bir şey değildi. Yine düşündüm, sabah düşündüm....çok uzun zamandır (en son Nen ile uzun uzun konu ile ilgili konuştuktan sonra) ekstra dikkat ediyorum. Hayır kaldı ki tartışsak da, ortada bu kadar tepki yaratacak bir şey yok "beraber yaşayan insanlar arasında olur bu tip gerginlikler. En yakın arkadaşın 2 gün üst üstte bizde kaldığında nasıl kavga etmiştiniz hatırlamıyor musun, çocuk tutturmuştu eve gideceğim" diye hatırlattım, "biz kavga etsek de ben seni hep seviyorum biliyorsun değil mi" diye sordum, hatta "başka bir şey mi var oğlum, okulda ters giden, babanı mı özledin istersen arayalım götüreyim" bile dedim "yok" dedi. Acaba dedim kavga ettik babasıyla, babası gitti; bununla tartışıyoruz (ki tartışma dediğim bunun bir konuda inat etmesi benim hayır demem, bunun sükunetimi ve sabrımı zorlaması ve benim en son avaz avaz "AAAA HAYIR DEDİM OĞLUM AMA YETER" ile biten hararetli konuşmalar) da benim bunu terk edeceğimi mi düşündü diye tahmin yürüttüm. "Biliyorsun seni asla bırakmayacağım, sen büyüyüp benim yanımdan ayrılıp kendine başka bir yaşam kurduğunda bile ben senin yanında olacağım, destek olacağım sana" dedim, ona da "biliyorum" diye cevap verdi, derken yeni bir gündem konusu yarattı. "Seni çok özlüyorum ve ben okuldayken sana bir şey olacak ve sen öleceksin diye korkuyorum" diyerek; sanki kocaman bir çift el beni duvardan duvara savurmuş hissi yarattı. En sakin halimle, "Biliyorum, bu korkun da normal. İnsan büyüdükçe ve bir şeyleri öğrendikçe korkuları artar ama bu korkularının gerçekleşeceği anlamına gelmez. Sen düşündükçe aklına çok kötü şeyler de gelebilir, çok güzel şeyler de. Bence sen güzel şeyleri düşün" diye tam sa-kin-leş-tir-dim derkeeeeeennnn okulu sevmediğini ilan etti. Allahımmmm bu ne, neler oluyor oğluma??? "İstersen okula gitmezsin ama hayatını cahil ve bilgisiz bir insan olarak mı geçirmek istersin?" diye sordum "Hayır ama ben ödev sevmiyorum, söyleyeceğim öğretmene MEB'e bildirsinler olmaz ödev çok saçma" diye başkaldırıda bulundu küçük maymun "Sevmiyorum işte ödev yapmayı,çok saçma, çok gereksiz, haksızlııııkkk" diye devam etti söylenmeye. En, ennnnn sakin tavrımla "Oğlum, hayatta bazen yapmak istemediğimiz şeyler olur, yapmak zorunda kalırız. Bende rapor yazmaktan hoşlanmıyorum ama gidip patronuma 'bana ne ya yazmak istemiyorum raporumu' desem işimden kovulurum. Mutsuz ol demiyorum ama başarılı olmak için bazen yapmaktan hoşlanmadığın şeyleri yapmak zorundasın, bu iş yerinde de böyle olacak" dedim. "Ben ofiste çalışmayacağım ki, mucit olacağım, patent alacağım" dedi cin! Yorulmaya başlamıştım ama "Patent almak için bile rapor yazman gerek!" dedim ve artık uyuması için ikna ettim.
Bugün okul'a gitmeden evvel de beni aradığında önce en ağlamaklı sesi ile konuştu, telefonu kapattı, 1 dakika sonra yine birşey anlatmak için kahkahalar ata ata pür neşe konuştu benimle!
Bir kaç dakika içinde bu kadar çok duyguyu; vicdan, kayıp korkusu, kızgınlık, baş kaldırı, asilik, kızgınlık nasıl yaşanır yahu diye düşünürken aklıma geldi...
Çocuk bildiğiniz ergenliğe giriyor.
Erkek çocuklarında 9 yaşında bu sürecin başlaması normalmiş. Biz sıcak iklimde, güneyde yaşıyoruz. Babası da ben de sıcak iklimlerde büyüdük. Ben resmen ergenliğe 11 yaşında girmiştim, kardeşlerim, kuzenlerim, annem ve teyzelerimde öyle. Babasını bilmiyorum. Çevremde bir çok kız çocuğu erken ergenliğe giriyor. Benzer şekilde erken ergenliğe giren erkek çocuk duymadım henüz ama sanırım beslenme, çevre v.b. şartları erkekleri de etkiliyor. Şu anda oğlum da fiziksel bir değişiklik yok, aşırı hızlı boy uzaması ve buna bağlı kemik ağrısı ve 30 kg'a yaklaşması dışında (ah evet... ya bide kokuyor çocuk) ama duygusal olarak dalgalanmalar yaşıyor. Yanıldığımı sanmıyorum; emin olmak için doktora götüreceğim ama sabahtan bu yana yaptığım araştırma sonuçları bana büyük neon ışıklı tabelalar formunda o en çok korktuğum kelimeye işaret ediyor: "ERGENLİK".
Fiziksel değişimlerin 11-12 yaşında ortaya çıktığı erkek çocuk ergenliği, 9 yaşında duygusal olarak kendini gösterebilirmiş. 9.5 yaşındaki çocuğumun bedenini resmen uzaylılar ele geçirdi. Bazen tanıyamıyorum bu yanımda yaşayan yaratığı. Sanırım aynı dili de konuşmuyoruz. Benim konuşmam ona "dır dır dır dır dır bıdı bıdı dır dır dır - BLA BLA BLA" olarak giderken, onun ki bana "mırmır mır mmm pıt tak bıt, BÖĞAHHHHHH mıymıy mıy, ha ha ni ha na na la la böööööhöööö" olarak geliyor. Zaten dişi, erkek farkı var...bu daha da mı çok ortaya çıkacak?
Başka şeyler de gelmiyor değil aklıma: Acaba boşanmaya karşı gecikmiş bir tepki mi? Yoksa beni çok özlüyor da ondan mı böyle? Okulda bir sorun mu var? Birisi bir şey mi yaptı oğluma? 
Soruyorum, soruşturuyorum. Okulda bu seneki durumu geçen seneden daha iyi. Keyfi yerinde. Dersleri hep iyidi, şu anda da öyle. Arkadaşları ile anlaşıyor. Babasını bırakın özlemeyi, zorlamadığım sürece özellikle gidip de görmek istemiyor, aileden başkasıyla pek bir yakınlığımız yok ne yazık ki, özlesin...Şu anda açıkça ifade ettiği en büyük travması bu 5 yaşındayken ölen balık ve 3 yaşında düşürdüğü dondurma! Beni seviyor, bana güveniyor, fiziksel olarak bir sorun yok, güzel uyuyor, iştahı (maşallah) hiç olmadığı kadar iyi! Derslerine karşı (ödev istememek dışında) ilgisi devam ediyor. Valla bilmiyorum, doktora gidinceye kadar da bilemeyeceğim.
Bu arada...babasına bu konudan bahsetmeyi düşünmüyorum. Kendisini, ne yazık ki, bu durum ile olgunlukla baş edecek kadar sağlam bulmuyorum. İçimden bir his, çocuğu çok yanlış yönlendirebileceği yönünde. Belki yanılıyorum, belki bir masumun günahını....bir saniye masum... ha ha ha. Evet, bu durumla tek başıma baş edeceğim. Bebekler nereden gelir konuşmasını yaptığımdan bu yana olayı anlatamama gibi bir korkum yok; sabrımı kaybedermiyim, kalıcı hasarlar oluşurmu bu dönemde, ona kim örnek olacak v.b. sorular var kafamı kurcalayan. Eğer gerçekten olayımız ergenlik ise, kendisine anlatacağım. Fiziksel ve duygusal olarak zorlu bir değişim süreceine girdiğini, onu anladığımı, yanında olacağımı anlatacağım. İnsanın özünde hep değişim olduğunu, değerlerini, disiplinini kaybetmemesinin önemli olduğunu söyleyeceğim (becerebilirsem). Değilse eğer, başka bir derdi var ki bu beni aslında ergenlikten daha fazla korkutuyor.
Annelik zor arkadaşlar, bildiğiniz dakika dakika dikkat, olgunluk, sabır, daimi vicdan azabı da gerektiriyor sonsuz mutluluğun yanında!
Ben şimdi çocuğu tekrar koklamaya gidiyorum. Belki ben yanlış anladım hı? 

Not: Konu ile ilgili bir yazı "Ergenlik Yaşı Küçülüyor Mu?"
 

Nice Bayramlara

Allah çocuklarımızın yüreğinden maneviyatı, iyiliği, sevgiyi; aklından yurdunu, milletini, memleketini, bağımsızlığı, birliği, beraberliği ve aidiyet duygusunu eksik etmesin, hep özgür topraklarda, bilimle, ilimle yaşamak nasip etsin. Bolluk, bereket bilsin çocuklarımız. Paylaşmayı, yardımı sevsinler. Kültürlerine, tarihlerine sahip çıksınlar. Yeniyi yaratırken, eskiyi unutmasınlar. Allah cehaletten, manipülasyondan, art niyetten, yalandan korusun. Hep iyi insanlarla karşılaştırsın.

Kurban Bayramınız 
ve
Cumhuriyet Bayramınız 
Kutlu Olsun

 
 
Viewing all 174 articles
Browse latest View live