Quantcast
Channel: Bekar Anne
Viewing all 174 articles
Browse latest View live

Genel Geçer Konular

$
0
0
Son zamanlar sık sık aklımda yazmak. Elime alıyorum bilgisayarı, "hadi yaz" diyorum kendime ama yazacak çok da bir şey gelmiyor aklıma. İşlerin yoğunluğunun da alakası var bu durumla. Tam sezon ve aynı zamanda yıl sonu, gelecek yılın planlaması, bütçe v.s. v.s. Spora başlayayım dedim, üyeliğimi güncelledim ama 4. sınıfa giden her devlet okulu öğrencisi gibi benim oğlum da okula öğlen başlıyor. İkimizin eve varışı neredeyse aynı saate denk geliyor ve bu yüzden onu evde, karanlıkta, tek başına bekletip kendim spora gitmek istemiyorum. İçime sinmiyor ama ben de yakında içime sığamayacağım o ayrı. Oğlumun ergenlik-öncesi semptomları da şu aralar kontrol altında. Bir tek benimle yeterince vakit geçiremediğini söylüyor. Vakit yok dediği de ödevler biter bitmez yatmak zorunda ve bu durumdan hiç mi hiç hoşlanmıyor yoksa babası artık onu almayı iyice kesti ve bu yüzden hafta sonları da bende (mesela geçen hafta sonu dağ tırmandık, ondan önce sinemaya gittik). Eskiden zorlardım alsın diye ama artık zorlamıyorum. Koca adama bu saatten sonra babalığı ben öğretecek değilim. Çok meşgul olduğunu söylüyor, almayayım günahını ama bence kimse oğlu ile haftada 1 gününü geçiremeyecek kadar yoğun değildir. Bırakın aynı şehiri, aynı mahalledeyiz üstelik (ve kuşların söylediği kadarıyla, gece gezmelerine filan gidecek zamanı ve parası da var). Ben de kışın yaklaşmave düzenimizin oturması ile çok ev kuşu oldum. Eskiden devamlı görüştüğüm biri varken çıkıyordum dışarı ama iyi ki devam etmedi o ilişki, hiç bana göre değilmiş. Evde olmanın verdiği huzur, keyif başka birşey de yok. Devamlı parti modu çok sahte bir hayat! Doğum gününü takip eden tek bir akşam gezmesi maceram haricinde aylardır çıkmıyorumve bu durumdan çok memnunum. Hem param bana kalıyor hemde sokakta rezil olmuyorum (buna bir hayli meyilliyim - sık sık sokak kenarında oturup ağlıyorum, travmalarım geçmemiş demek ki). 1 tane kısa süreli bir ilişki dışında sözde "aşk" hayatımda da gelişme yok. Benim gibi bekar annelerin zaten kendisine uygun birileri ile tanışma şansı da çok az. Ne kadar iyi bir insan olursa olsun, insanın karşısındaki baba olmamış ise çocuklu hayatı hiç mi hiç anlamıyor. Hızlı bir romantik süreç yaşıyor, karşısındakiyle bir nevi anne-oğul güveni ile olgun kadın çekiciliği kapsamında ilişki yaşıyor kendince ama iş ciddiye binince; "hayır gelemem çünkü oğlumun yarın okulu var" veya "şehir dışına gidemem oğlumu bırakacak yerim yok" hatta en bombası "tabii ki de bizde kalamazsın, oğlumun da evi o - olmaz!" noktasına gelince, erkek milleti sessizce uzaklaşıyor. Bir de ukala tipler var. En son bir tane esnaf/manken-model bir çocuk takıldı bana. İş sebebiyle tanıştık, telefonum o sebepten vardı. Bin ısrar etti. Neymiş efendim; ben çok mutsuz görünüyormuşum da bana arkadaşlık edip beni neşelendirmek istermiş. Hayatımın en mutlu günlerimi yaşadığım gerçeği bir kenara nereden bu özgüveni buluyor anlamıyorum. Bana modellik yaptığını söyledi. Sanırım görüştüğü bir çok kız gibi dizlerimi titretmeyi bekliyordu. Allahı var, güzel çocuk da...ben uzaktan geri zekalıya mı benziyorum abi??? Bir türlü buluşmadık. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine ("buluş, bu iş olmaz de yoksa adam başına bela olur" dedi) kahve içmeye tamam dedim ama denk gelmedi. Geçenlerde iş için aradı yine buluşmayı teklif etti; yoğun olduğumu, müsait olmadığımı açıkladım bana "ben biliyorum kocandan neden boşandığını, adama da böyle davrandıysan kaçmakta haklı" dedi geri zekalı herif. Hayır, terslemeyince, kibarlık yapınca anlamıyor öküzler...iyilikten anlamıyorlar! Telefonu kapattım, bir daha da cevap vermeyeceğim ama bu nasıl bir düşünce biçimi. Birincisi, sen kimsin kardeşim. İkincisi, sen bir kahve içimlik buluşmayı nasıl bir evliliğe benzetirsin. Üçüncü ve en önemlisi, dünyanın tek kralı sen misin...ya git allah aşkına modelliğinle mankenliğinle her neyse mutlu ol! En sonuncusu da yakın bir arkadaşımın bana ayarladım dediği ama henüz gerçekleşmeyen "tam sana göre, çok güler yüzlü biri" dediği boşanmış baba buluşması. Bilemiyorum, eğer canım pijamalarımı terk edip, saçımı taramak ve ruj sürmek isterse giderim. Bakalım baba olunca adamdaki öküzlük kat sayısında artma veya azalma oluyor mu!
Şimdilik böyle iyiyim. Sonsuza kadar böyle mutlu olur muyum bilmiyorum, aile olmayı çok seviyorum çünkü ama şimdilik pijama, film, kitap, arkadaşlarımla akşam yemekleri, komşularımın gece gece bana gelip pasta getirmeleri, mangal partileri ve en önemlisi çocuklarımla (oğlum ve kankası) çok mutluyum. Buna uymak isteyen olursa, her seferinde saçımı tarayıp ruj sürmemi beklemezse, yol ortasında ağlamamı aldırış etmezse süper olur. Olmazsa da olur!
Bu da konuyla alakalı...çok severim bu şarkıyı (ne yapayım canım...ruhum romantik):




Gelecek Güvencesi

$
0
0
Dün akşam bulaşıkları yerleştirirken IKEA'dan severek aldığım 1 TL'lik bardağın kırıldığını gördüm. Geçen hafta da tanesi 2 TL'den aldığımız evdeki tüm tabak popülasyonunu karşılayan 6 fıstık yeşili tabaklardan biri kırıldı. Toplasak toplasak, 5 TL'yi geçmeyecek olan bu zayiata karşı verdiğim tepki ise en acınacak sesimle "ooowww hayırrrr, hayırrr yaaa...OF YA, ama neden şimdi yaaaaaa" diye haykırarak kendimi mutfak zeminine atmaktı. İçeriden oğlumun sesi gelirken ben "neden şimdi ya param da yoktu, offf OFFF" diye söyleniyordum şuursuzca. Önce "Sus Mina abartma" dedi içimdeki mantıklı ben ama duygusal ben çırpınıyordu ve devam etti söylenmeye. Gözümden yaş gelirken oğlum yanıma geldi ve (gerçekten merak ettim ne tepki vereceğini) "Anne benden alabilirsin para bak kumbaram" dedi. "Oğlum sağol ben halederim sadece o bardağı çok seviyordum (!)" dedim. "Yok anne al ama hepsini alma" dedi. Mevcut olan ve bankaya yatırmak için aldığım ama babasının boşanırken aldığı arabanın tamiratı için kullanılmak sureti ile bitirdiğim bayram harçlıklarını düşününce içim acıya acıya teşekkür ettim ve tekar "çok tatlısın, çok sağol ama inan ihtiyacımız yok ona" dedim. Dağılmış ve sanat köşesi adını verdiğim, kalem, kağıt, oyun hamuru ve (özellikle onun alanı olduğu için toplaması ve temizlemesi için ona sorumluluk verdiğim için kesinlikle dokunmadığım) toz ile dolu rafını göstererek "tamam lazım olursa buraya koyuyorum" dedi.
Ulan kadın...bir bardak bir tabak, ne gerek vardı travma yaratmaya değil mi? Ama yok. Eve geldiğimde şofbenin akan su borusu ve evvelki gün eski koca ile yaşadığım konuşma sonunda bardak son damlaydı!
Aradım şimdi ben bunu. Ay sonu yine yurt dışına gideceğim iş için. Oğluma bakıp bakamayacağını, aksi taktirde alternatif bir şeyler bulmam gerektiğini söyledim. Bakabileceğini söyledi ve bir şekilde konuşma şöyle gelişti:-
Eski Koca: Eeeee daha daha nasılsın?
Ben: İyiyim, çalışıyorum.
Eski Koca: Başka neler yapıyorsun?
Ben: Hiç, oğlumla vakit geçiriyorum onun haricinde ev iş.
(Hala daha sakin ve normalim keza son konuşalı 1 hafta olmuş, sinirli değilim. Afettim, evrene saldım onu. Allah'a havale ettim...evren mi? Aaaa...bak evren bile geri püskürttü)
Eski Koca: Eeee var mı hayatında biri?
Kaynak
Ben: Aaaa evet hatta kocam var evde. Oğlumla beraber çıktık aradık bulduk senden habersiz evlendim eve yerleştik.
Eski Koca: Meh meh meh ha ha ha!
Ben: Tövbeeee tövbeeee.
Eski Koca: Bende geleceğimi planlıyorum. Bankalar rahat bırakmadı. Emeklilik sigortası yaptırdım.
Ben: Hayırlı olsun.
Eski Koca: Evet ayda 100 TL ödüyorum.
Ben: 100 mü? 100 ha...eh iyimiş!
Eski Koca: Evet, geleceğimle ilgili tek yatırımım bu.
Ben: (Dişlerimi sıka sıka) Tamam hadi işim var! İyi günler.
İnanamadım. Çocuğa maddi bir yardımda bulunmadığı gibi, manevi bir destek sağlamayan bu adam birde geçen ay param yok diye bana dakikalarca ağladı bende destek çıktım, sonuçta oğluma bakacaktı ve böyle bir durumda eksiklikleri olsun istemedim. Bendeki mi geri zekalılık, ana yüreğim elverdi bir de ne de olsa baba, sürünmesin dedim ama işte, sonuç aynı!
İnsan önce evladının geleceğini güvenceye almaz mı? Alamayabiliyormuş demek ki. Sanırım bir de evin bölüşülmesi ile alakalı kafama taş geldi ama hiç oralı olmadım. Benim değil oğlumun yatırımı o. Zor olsa da, kıpırdamayacağım kardeşim! Madem o düşünmüyor oğlumuzun geleceğini, ben ikimizin yerine güvenceye alacaksam, kıpırdamayacağım! Tabii bu gelişmeler ışığında işimi yeniden sevmem ve dişimi sıkmam gerekecek. 100 Tl'lik emeklilik sigortasına karşılık 100 TL servis ücreti ödenebilirdi mesela! Ama neyse... ben halederim.
Kaynak
Oğlum bana dün gece "Dünya Anne" adını taktı. Her şeyi yapabildiğim için ben dünya anneymişim. Çok gururlandım derken sırıtarak "göbeğin de dünya gibi" diyerek beni kah güldürdü, kah yediğim kekler hakkında düşündürdü! Bu eşşekler bayılıyor ne kadar yaşlılık ve şişkoluk alameti varsa görmeye, göstermeye.
Bu arada...evdeki tabak sayısı 6'lı setten 5 tek'e düştüğü için artık üzülmüyorum. 6'lı bardak seti de 5'e düştü, denge sağlandı.... ommmmmmm :)

Ofis Politikaları ve Bir Bekar Anne'nin Mücadelesi

$
0
0
Şu anda acayip derecede sinirliyim. Nedeni ise iş yerindeki erkek milletinden ciddi anlamda bıkmış olmam. Öncelikle biraz ortamımı anlatayım. Toplamda 36 kişinin çalıştığı firma da ben, sekreterimiz, asistanım, yemek yapan abla ve çoğunluğun kapsamadığı satış grubunda bulunan ve pek ofisin genel işleri ile ilgili olmayan bir kadın satış sorumlusu var.
Satış sorumlusu abla her ne yaptıysam bana karşı hep bir garip. Yurtdışı seyahatlarımı garip buluyor (işim gereği gidiyorum), gelip gittiğinde ne bir selam ne de bir sabahı var. Kadınla ne bir tartışmam oldu ne de başka bir durum, bir anda kesti selamı sabahı. Benim de oldum, olası en kızdığım şey! Selam vermemek, selama cevap alamamak benim en inatçı damarımı attırır. 
Diğer hatunlarla bir problemin yok, hepsi can, canan. 
Gelgelelim erkek milletine. 
Şimdi ben boşandıktan sonra, bir iki tanesinin eşi beni arayıp rahatsız etmişti. Bir tanesi, ki kız doğum'a girdiğinde ben hastanede bütün gece beklemiştim, beni boşanmamı takip eden bir-iki hafta sonra rüyasında gördüğünü benim rüyasında "kötü yola düştüğümü" söylemişti (tesadüf olamaz değil mi?). Hal böyle olunca ben kırılmış, kızmış ve iş arkadaşım olan eşi ile arama mesafe koymuştum. Tek niyetim evde tatsızlık çıkmamasıydı. Daha sonra da bu adam ve bir iki tanesini uygunsuz bir kaç davranışını duymuş; bu da benim için son damla olmuş ilişkimi profesyonel gereksinim haricinde iyice kesmiştim. Amaaa, bunlar satış ve pazarlama ekibi olarak alışmışlar müşterinin gönüllerini hoş tutarak iş yapmayı; kendi gönüllerini de hoş tutulmasını istiyorlar. Ben de yapmayınca, benden kötüsü yok!
Geçen gün bir konu ile ilgili şirket geneline bir mail yolladım, patron geldi bana "şimdi seni kaale almazlar; benim mailimden yollasaydık" dedi. Sinirlendim. Ne demek kaale almazlar ya! Meğerse haklıymış; gitmişler bir güzel neden göndermişim, ben kimmişim de yollamışım diye dedikodu yapmışlar. Hele bu eşi beni arayan kişi de çıbanın başı! Milleti gaza getirip, getirip kendi egosunu tatmin ediyor. Keyiflerini yapmıyorum diye eziyorlar, patron da ey kafanı önüne diyor resmen. Bu insanlarla benzer sıkıntıları paylaşan ve benimle merkezden çalışan erkek arkadaşa da kimse böyle davranmıyor, patron ondan ekstra toleranslı davranmasını beklemiyor. O kızsa da, ilişkisini kesse de kimse ona naz yapamıyor! Patronun dediğine göre ben ablaları gibiymişim, sonrada kendimi geri çekmişim şaşırmışlar. "Sen alıştırdın bunları iyiliğine" diyor! Nasıl ama? Valla ağızıma, aklıma yazacak çok şey geliyor da terbiyem müsait değil buraya yazmaya!
Cumartesi günü egoları şişkin bu insanlar şirket merkezini doluşuyor, konuşacağım. Artık tutamayacağım kendimi. Erkeklikse mesele erkek olsunlar, mert olsunlar. Adam gibi selam sabah versinler. Sonra da patron'a vereceğim ültimatom. Ya arkamda duracak, yada kovacak beni. Her halükarda durup bir şeylerin değişmesini beklemekten bıktım. Aman o incinmesin, bu kırılasın diye kendimi de paralayamam.
Şimdilik planım bu! Belki bu durumda, çocuğumu düşünüp, masrafı, geliri, gideri düşünüp susmam gerek ama bıktım artık! Onlar da zaten elim mahkum, bekar anneyim, tek başıma çocuk bakıyorum diye böyle davranıyorlar bana onu da bal gibi biliyorum ama artık yetti ofis politikaları bunların!

Bekar Anne ve Bekar Baba Olmanın Güzel Yanları

$
0
0
Tek başına çocuk yetiştirmenin artıları da var canım. Hep şikayet ediyorum, evet zor ama bir insanın başına gelebilecek en kötü şey değil. Kabul edelim ki problemli, sıkıntılı bir yaşamdansa insanın evladı olup da evliliğin problemleri ile uğraşmadığı zaman hayat çok güzel oluyor.
Yanlış anlaşılmasın aile olmayı çok seviyorum. Sadece anne, baba, çocuk değil; ananne, babaanne, dedeler, halalar, kuzenler, eniştenin ablası, teyzenin komşusunun neşeli kızı, yılda birkaç kere ziyarete gelen dayı ve süslü yenge, ailenin üstün zeka bilim adamı oğlu ile şımarık ama dünya tatlısı prenses kız kardeşi, yaramaz ikiz kardeşler ve yorgun ama güçlü anneleri, birbirine yıllardır bağlı, çok kavga eden ama birbirlerini çok seven neşeli büyük teyze ve enişteleri severim. İnsanların bir arada yaşamasını, beraber çocuk büyütmeleri bence çok güzel bir şey. İnsanın onu seven bir eşinin olması, ebedi bir dostu olması da süper ama işte olmayınca olmuyor.
Olmayınca ve çocuklu olunca; bekar anne, bekar baba olunca dünya çok daha korkutucu geliyor. Benim durumumda olup; bekar anne olup aileden uzakta olanlar olduğu gibi, özellikle bekar anne olunca, ailesinin yanına taşınmak zorunda kalan kadınlar var. Daha boşandıktan sonra çocuğu ile baba evine dönen bir baba duymadım. Vardır elbet.
Fakat şartlar ne olursa olsun hayat güzel tarafından bakılınca güzel. Ben de bekar anne olmanın güzel yanından bakmak istiyorum bugün çünkü pek pozitif günümdeyim ve ayrıca kendimi iş stresinden uzaklaştırmanın bir yolunun tüm ofis politikaları ve olayları ile neden uğraştığımı hatırlamak olduğunu düşünmekteyim. Bakalım yanılıyormuyum?
1. Çocuğun belirli rutin ve disiplin konuları ile ilgili çocuğunuzun önünden sizinle tartışacak kimse yoktur. Evet, diğer yandan bencil bir kişi ile karşı karşıyasınız sizin zar zor oturttuğunuz rutini bozacak bir eski eş vardır ama olsun. Neticede o çocuk size geri döner ve zaman için de anne düzeni, baba düzeni diye ayırt etmeyi bilir. Ha, çocuk cin ise, ki bir çoğu öyle ve "ama babam gece yarısı korku sinemasını izlemeye izin veriyor" yada "annem istediğim pembe elbiseli bimilyonuncu barbie'yi almıştı amaaaa" diyen şirinlik ile şımarıklığı mükemmel harmanlayan manipülasyon ustası; siz daha  güçlü bir ebeveyn olmayı öğreniyorsunuz. Keza çocuğun aklını çelecek her zaman birileri olacak hayatında: bir şey olmaz diye bol bol şeker veren dede, siz hayır demenize rağmen almadığınız oyuncağı çocuğa alan teyze, "okuldan kaçalım bu ders" diyen arkadaşı, "bir kere denesen ne olacak ki" diyen haytalar...liste uzadıkça uzar. Çocuk, kim olursa olsun karşısındaki; doğru ve yanlışı ayırt etmeyi öğrenmeli, kendini savunabilmelidir. Tabii bunun için yasakladığınız şeyleri, oturtmak istediğiniz alışkanlıkların sebebini anlatmakta fayda var.
2. Eğer çocuğa boşanma olayı veya allah korusun, ölüm olayı, düzgün bir biçimde anlatılırsa kayıpların hayatın bir parçası olduğunu öğrenir ve hem sizi iyi bir model olarak güçlü olmayı kılar hem de kendi de güçlü olmayı öğrenir. Önemli olan ebeveyn olarak kaybı anlamak, kabullenmek ve ne olursa olsun hayata devam etmektir. Çocuğunuz var, vazgeçemezsiniz. Çocuk var, hayat devam etmek zorunda. Kocanız veya karınız sizi terk etti diye günlerce o yorganın altında, kafanızı gömüp yatamazsınız. Günlerce sağlıksız gıdalarla beslenemezsiniz. Üzüntünüzü unutmak için kendinizi içkiye veremezsiniz. Çevrenizdeki insanların "ah, vah" söylemlerine kulak veremezsiniz. İnsanların abuk subuk yorumlarından çocuğunuzu korumak zorundasınızdır. Zordur çok zordur ama ayağa kalkıp, silkinip, evladınızın elinden tutup yol alma zamanıdır. Siz ne kadar güçlü ve sağlıklı olursanız, çocuğunuzun psikolojisi ve sağlığı o kadar iyi olur. Siz evladınıza bunu borçlusunuz, o da size.
3. Tatlı günlük rutinleriniz olur. Ben her sabah oğlum daha uyurken kalkıp ona ve kendime beslenme kutusu hazırlıyorum. Sağlıklı gıdalar alıyorum. Yemek işini taze olması için akşamdan haletmiyorum. Duşumu alıyorum, oğlumun yanına sokulup onu uyandırıyorum. O kalkarken ben ayakkabılarımı ayağıma geçiriyorum. Ben işe giderken o mutfak penceresinden bana el sallıyor. Eve geldiğimde, o okuldan eve dönmüş oluyor. Her gün aynı şey: Kapıyı çalarım, o "kim o" der, ben "benim" derim, o da "sen kimsin" der kıkırdar. Ben de elim kolum dolu "oğlum benim aç kapıyı yaw" derim, bu da kıkırdayarak kapıyı açar. O ödevi yaparken ben yemek yaparım, spor ayakkabılarımı geçirir koşmak için kapıdan çıkarken bu ayağıma yapışır gelmek ister, önce hayır derim sonra bu beni ikna eder, ben koşarken basket sahasında sayar "biiiiiirrrrr, kiiiii, anne çok yavaşsın....bende senle koşuyorummmm" der (ayağında terlikleri) sonra ben ödevi çok, oyalanmasın diye koşumu bitirmeden eve girerim. Yemek yer, ödev biter, dişler fırçalanır, yatar, ben ışıkları söndürür, üstünü örter, iki sıkıştırır, mıncıklarım, öperim, uyumasını söylerim, o uyumaz, konuştukça konuşur taa ki "haydiiii yarın okul var" diyip kapıyı kapatıncaya kadar. Bu rutinimiz bize güven veriyor. Babası varken evde bu rutinlerimiz böyle değildi, başka şeyler vardı her şey elbette ki hep kötü değildi ama böyle değildi. Araya eşin istekleri giriyor, gereksiz bulduğu şeyler oluyor "şımartıyorsun sen bu çocuğu" diyebiliyor gerginlik oluyor. Olmayadabilir ama oladabiliyor.
4. Çocuk yattıktan sonra veya evde yokken, ayaklarınızı uzatıp sessizliğin tadını çıkarabiliyorsunuz. Gerçi bu çok uzun sürmüyor, özlem basıyor, bazen de hüzün. Bir yalnızlık kaplayabiliyor içinizi ama güçlü olmayı öğrendiniz ya; kendinize değer vermeyi, tanrının, evrenin sizin için daha güzel bir planı olduğu düşüncesi doğuyor ve düşe kalka düşe kalka yalnız kalmayı da öğreniyorsunuz. Hiç korkmadınız belki yalnızlıktan ama üzülmemeyi bilememiştiniz bu ana kadar. Artık bunu da biliyorsunuz. Her şey düzelecek, düzelmese de evladınız gelecek ve yine bir koşuşturma başlayacak. Belki de tekrardan seveceksiniz, yine bir eşiniz olacak ve bu sessiz anları yaratmak için vakit bulamayacaksınız. Belki olmayacak ve hobi edineceksiniz. En iyisi tadını çıkarmak. Ailenizin yanına gittiğinizde, onlarla yaşadığınızda; onların eleştirel bakışları, sözler olmadığında çocuğunuz ile ilgilenen onu sizin gibi candan seven dede, babaanne, ananeler için şükran duyacaksınız. Gün gelecek "iyi ki varlar; çocuğuma, bana sahip çıkıyorlar" diyebileceksiniz çünkü çocuğunuzun onları ne kadar çok sevdiğini göreceksiniz ve onun adına mutlu olacaksınız. Eğer aileniz sizi çok rahatsız ediyorsa, eleştirileri kırıcı oluyor ise, değiştireceksiniz. Durumu düzeltmeye çalışacaksınız. Yeterince çok isterseniz, hayırlı ise, düzelecektir. Her şey güzel olacaktır. Olmuyorsa da, zamanı vardır. Vazgeçmemeyi öğreneceksiniz.
5. Aile bütçesi kısıtlı da olsa, yönetmeyi öğreniyorsunuz. Kimseye bağlı olmamayı öğreniyorsunuz çünkü söylenen çocuk yardımları gelmeyecek, gelse de aksayacak, düzenli gelse de taraflardan biri çocuk için harcanılan parayı bir noktada gereksiz bulacak: "ne gerek var dersane'ye okulda öğrensin" "vardı 3 tane montu zaten, ayakkabısı küçülmüştü ondan alsaydın ya". Gelen ekstra harçlıkları çocuğunuzun daha iyi değerlendirmesi için ona yardımcı olacaksınız yada fatura yatırmak için kullanıp, çocuğu kandıracaksınız ki bu çok ayıp bir şey çok; ama ne yapalım zor şartlar zor çözümler gerektirir.
6. Aileden olmayan yakınlarınız, can dostlarınız ile destek ağı yaratabiliyorsunuz. Çocuğunuzun teyzeleri, amcaları çoğalıyor. Gerçek dostlarınız en uyuz halinizde bile sizi dinliyor, "iyi gidiyorsun" diye teşvik ediyor. Sizin tarafınızı tutuyor, sizi rahatlatıyor. Hatalı olduğunuz yerlerde sizi uyarıyor. Yardıma ihtiyacınız olduğu için yardım eli uzatıyor, fedakarlıklarda bulunuyor. Çocuğunuzun güvenliğini düşünecek, asla yanlız hissetmemeniz için hep yanınızda oluyorlar. Çocuğunuzun başka bir yerde kaldığı gecelerde yanlız kalmamanız için sizi evlerine davet edip, meşgul edecekler.
7. Vaktinde uyuyup uyanıyor, sağlıklı besleniyor, çok çalışıyor, daha sağlam bir gelecek yaratmaya çabalıyorsunuz. Birileri ile (anne, baba) yaşıyor olsanız da, her sabah vaktinde çocuğunuz için uyanıyorsunuz. Çocuk ile tek başınıza yaşıyorsanız, çocuğunuzun kahvaltısını hazırlayacak tek kişi sizsiniz. Düzenli olmayı öğreniyorsunuz. Sırtınızı yaslayacak kimsenin olmaması, size ayaklarınızın üstünde durabilmek için gerekli tüm gücü aslında içinizde var olduğunu kanıtlayacak. Paranız az da olsa, yaşam koşullarınız istediğiniz gibi olmasa bile durumu düzeltmek için her zaman şansınız olacağını öğreneceksiniz, şansınız yoksa yaratacaksınız çünkü evladınızın sağlıklı gelişimi buna bağlı. Okuyup, araştırıp, öğreneceksiniz.
8. Hasta olduğunuzda, iyileşmek için en hızlı yolu buluyorsunuz.
9. Çocuk ile tek başınıza seyahat etmeyi öğreniyorsunuz. Oyalama, meşgul etme konusunda ustalaşıyorsunuz.
10. "Zombiler nasıl ölür?", "Bebeğime pırıltılı sarı elbise mi giydirsem, pembe mi?", "En uzun dinozor hangisi?", "sümük neyden yapılır?" gibi taramalı tüfek hızında art arda gelen ve başı sonu belli olmayan sorulara "bilmem babana/annene sor" diyemeyeceğiniz için manyak bir genel kültürünüz oluyor. Kabul, garip bir genel kültür anlayışı ama yine de genel kültür.
11. Sabır, çok çok sabırlı oluyorsunuz. Hassas olmayı öğreniyorsunuz. Çocuğunuzun duygularını dinlemeyi, denetlemeyi daha hızlı öğreniyorsunuz. Sabırlı olamadığınız zamanlarda da sinir krizi geçirip belli etmemeyi öğreniyorsunuz. Ustalaşıyorsunuz. 
ve en önemlisi
12. Sizi candan üzen, terk eden, hayatınızı kaplayıp sonra yok olan insanı affetmeyi, onun hakkında kötü düşünmemeyi, konuşmamayı öğreniyorsunuz çünkü sizin için ne olursa olsun o kişi çocuğunuzun annesi/babasıdır ve her şey bir kenara, çocuğunuzun duygularına saygı göstermeniz gerektiğini bilirsiniz.
İlk tercihimiz illaki aile olmaktır ama hayat şartları buna izin vermemişse ne yapalım. Kolay değil hiç kolay değil ama imkansız da değil, daha ne sıkıntılar var! Amerikalıların dediği gibi; hayat size limon veriyorsa, limonata yapın.
Hah şimdi canım naneli limonata çekti! Rejimdeyim ya! Dünya anne, dünya göbekli anne. Bereket sembolü benim göbeğim bereket! Hıh!

Ne zaman canım sıkılsa, bu şarkı beni mutlu eder. Haydi dans edin, çocuklarınız sizi mutlu, şapşal ve güçlü görsün:


Mektup

$
0
0
Sevgili Oğlum,
Yazı Yazan Kadın 1934 - Pablo Picasso
Lütfen evden çıkmadan evvel ışıkları söndür, muslukları kontrol et. Para ağaçlarda çıkmıyor ve daha da önemlisi doğa'ya çok zararlı. Sağlığına dikkat et. Bedenin Allahın sana hediyesi, onu öyle kullan. Güzel beslen, bol su iç. Yatağını her sabah yap, elini yüzünü yıka, dişlerini fırçala, tırnaklarını kes. Sana aldığım kolonyayı her duştan sonra anlattığım gibi kullan. İkide bir aynada yüzünü inceleyip sakalının, bıyığının çıkıp çıkmadığını kontrol etmek isteğini anlıyorum ama rica ederim bana her seferinde sorma. Sen her "anne bıyığım çıktı mı" diye sorduğuna ben mini kalp krizi geçiriyorum evladım. Birincisi evet bıyığın var ama bu genetik; nen teyzenin dediği gibi kara insanız biz çocuğum! Sen bana bugün "Anne tıraştan sonra yüze sürülen sıvı, yüzü yakar mı" diye sorduğunda çok korktum! Neden sordun acaba diye düşünürken çizgi filmindeki Binbaşı Monogram'ın losyon sürdükten sonra aaarrraaaggghhhh diye bağırdığını söyleyince rahat nefes aldım. Çok hızlı büyüyorsun sanki, aptalca bir çaba ile çocukluğuna tutunmaya çalışıyorum. Bu arada nasıl mı biliyordum sorunun cevabını? Biliyordum işte. Okuyorum oğlum. Anlamaya çalışıyorum neler yaşadığını, yaşayacağını. Neler yaptığını biliyorum ve biliyor olacağım beyefendi!!!
Geleceğin için maddi olarak da hazırlanmaya çalışıyorum manevi olarak da. 
Biliyorum bazen eve suratım düşük, aklım dağınık, sinirli ve dargın geliyorum ama inan senden dolayı değil. İnsan yetişkin olunca çocukluğundaki gibi aklındaki bir şeyi unutup hemen başka bir şeye kolay kolay odaklanamıyor. Takıyoruz işte. Seni örnek almaya çalışıyorum, senin neşeni heyecanını her an hissetmeye çalışıyorum. Korkularını dinliyorum ama bazen olmuyor. İşlerim stresli. Stres: hani vardır ya sende de, ödevin bitmeyince yaşadığın huzursuzluk vardır ya, ya da evde bir şey kırılınca korku kaplar ya içini; bazen ben o duyguları çok yoğun ve çok uzun süreler yaşıyorum. Sağlığım bozuluyor. Gözüm seğiriyor, sonra başım ağrımaya başlıyor, en son boynum ve kolum tutuluyor. Merak edecek bir şey yok ama işte düşün, bu kadar yoğun etkisi olan bu stres denilen şey beni bazen çok mutsuz ediyor. Korkuyorum işte sana yeterince iyi bir gelecek sunamayacağım diye ama stresi kullanmayı da biliyorum, yönlendirmeyi. Zor oluyor bazen ama negatif enerjiyi pozitife çevirmeyi bilmek gerek... Hani o kendini çok kötü hissettiğin gün vardır ya. Bazen içimizi huzursuz eden şey bir şeylerin yanlış gittiğini, değişiklik yapmamız gerektiğini öğretir bize! Hayır efendim! Testlerden bahsetmiyorum, onlar yapılacak!
Resim yapmayı bırakma. Müzeleri sevmeyi de. Ünlü ressamların resimlerinin gerçeklerini görme şansın olursa, asla kaçırma. Deneyler de yap. Hani dünyanın en kötü kokusunu yapmıştın ya geçen yaz; ne kadar keyif almıştın unutma. Sadece... buzluğa koymak istersen bir dahaki sefere, beni uyar. Kuşların peşinde koş, kurbağları yakala ama hayvanlara zarar verme. Bir de unutma, eve giren böcekleri evden çıkarma görevi senin!
Geleceğin için çok ümitliyim. Çünkü sana güveniyorum. Ben seni oğlum olduğun için bir seviyorsam, olduğun kişi için on seviyorum. Senin gibi iyi yürekli, akıllı ve esprili bir insanla henüz tanışmadım. Gerçekten de özel bir insansın ve çok şanslıyım ki Allah bana seni tanımayı nasip etti. İnşallah bu temiz yürekliliğin, zekân ve hayata komik bakışını asla kaybetmezsin. Kendime de güveniyorum çünkü şartlar ne olursa olsun senin için hep en iyisini yapacağım ve Allah da yardım edecek, biliyorum.
Çok çalış ama dinlenmeyi, hayatın tadını çıkarmayı unutma. Hani o dağ'ı tırmandığımız gün vardı ya... Hayatta basit olandan zevk al. Kafan karıştığında doğa'ya çık. Bol bol müzik dinle, kitap oku, film izle, belgesel de. Harita incele. Ufkunu genişletir.
Hata yapmaktan çekinme. Rezil olurum korkusu ile de kendini sınırlama. Kimseyi üzme kırma. Söyleyeceğin güzel birşey yoksa, sus daha iyi ama dürüst ol. İyi bir dost gerçekleri söyler unutma! Arkadaşlıklarına sahip çık.
Zor günlerimiz oldu. Belki yine olacak ama asla vazgeçmek yok!
Dua etmeyi asla unutma. Ananeni sık sık ara. Seni çok seven teyzeleri de sık sık ara, evet özellikle seni ıslak, ıslak öpen Nen teyzen! Büyüklerini ziyaret et! İnsanlara yardım et. Senin çöp saydıkların bu dünyada yaşayan bir çok talihsiz için ganimet olabilir. Bilinçli tüket.
Dünyaya gönül gözünden bakmayı unutma.
Yine yazarım ben, sen de yaz.
Seni çok seven,
Annen
Not: Bu arada ödevin çok diye ev işinde seni rahat bırakıyorum. Paçayı sıyırdın sanma!

Bir Haller Var Üzerimde

$
0
0
Yoktum gene, iş peşinde koştum, aş peşinde koştum. Bankalar gene bir güzel taciz etti beni yok meşe paketi, yok odun paketi diye diye hesaplarımı altüst ettiler sinirlerim bozuldu. İş için seyahate çıktım. Görmediğim yerleri gördüm. Kısmetimde, çok merak ettiğim, Paris'e sevgilimle değil patronumla gitmek varmış. Hoş, hiç romantik gelmedi bana şehir. Ağaç dibleri, su başları daha romantik bence. Doğa romantik. Ama gezdik. İçimde yalnız olacağım yere kaçtım, tek başıma keyfini çıkardım dolaştığımız 2 saatin. Oğlumu babasına bıraktım, stres oldum. Velet oraya gidince başka bir insan olarak dönüyor, düzen alt üst oluyor. 
Bu arada şirketteki meselelerini de tek tek halediyorum. Gittim konuştum, ofis politikalarına yeter dedim; mobbing yapılıyor durun artık dedim. Tabii kimse kaale almadı beni ama ben fena güçlü hissettim arkadaşlar. Yolunda gitmeyenin farkına varıp dur demek çok önemli bir şey. "Herkes kendi işine baksın kardeşim" dedim, dedim ama bir korktum sormayın. Bir oda dolusu erkek, bir de ben. Sesim titriyordu, alt dudağım da. Ama yetmişti artık. Gruplaşmalar, dedikodular, cinsel imalardan bıkmıştım. Bıkmak bir kenara kendime değer vermiyorum dedim. İş yapacağım diye çekmek zorunda değilim bu tantanaları dedim. Artık o kadar güçlüyüm ki, kovulursam bile umurumda değil. Ya bu iş düzgün yapılacak, yada ben kendi yoluma bakacağım. Biraz sıkışırız olan o olur daha önce yaşamadığım bir şey değil neticede. Allahın izniyle geçindiririm kendimi de oğlumu da! Kimseye muhtaç olmadım şu ana kadar, olmam da.
Çok uzun zaman oldu yazmayalı. İçimde patladı kelimeler, parmaklarımın ucuna kadar geldi düşüncelerim yazamadım. Huzursuzum aslında, yapmam gerekeni yapma zamanı geldi. Nicedir yazmak istiyorum. Kaç kere başladım. İçimde bir hikaye var büyüttüğüm yıllardır ama bir cesaret oturup da kağıda dökemedim. Hep bir bahane koyuyorum önüme. Vakitsizlikten dem vuruyor, imkansızlıktan bahane üretiyorum. Esas meseleyi görmezden geliyorum. Aslında hazır olmadığımı biliyorum çünkü yapamayacağım diye korkuyorum, elimi uzatıp bir kalemi tutmak için ne kadar cesur olmak gerekir ki halbuki değil mi? Vermezsin kimseye kardeşim okumazlar, utanca da gerek yok... oldu bitti!
Korkularımı bir kenara bırakıyorum şu an itibariyle sayın seyirciler. Korkularımla yüzleşmek mi? O da ne demek? Yok öyle bir şey diyorum ve yok ediyorum o duyguyu içimden. Yüzleşeceğim bir tek ben varım bende... heyt!
Bu arada Myles Kennedy geliyor Türkiye'ye. Kısmet olursa 2 Şubatta ben oradayım. Haydi beraber gidelim:-

 

Her Şey Bir Kenara

$
0
0
Aslında çok utanıyorum. Derdim dert değil, Allah'a şükür. Buraya dertleniyormuşum, şikayet ediyormuşum gibi yazıyorum devamlı ama amacım bu değil.
Ben bizi çok zor şartlarda büyüyen, zor bir evliği sürdürmeye çalışan bir annenin evladıyım. Benim kendi evliliğim de zor oldu. Öncelikle insan olarak; sonra da bir kadın olarak zorlandım, gururum ve onurum zedelendi. Boşandıktan sonra baktım ki benim gibi, Allah hepsini korusun, benden çok daha zor durumda olan kadınlar var. Ben de oradaydım. Zorla istemediğim bir adam ile evlendirilmek üzereyken; baskıdan kurtulmak için çok küçük bir yaşta beni seven ve sevdiğim bir adam ile evlendim. Koca, kocalığını bilemedi, aldattı. Boşanmamak için elinden gelenini yaptı, çocuğumuzu benden almakla tehdit etti. Fiziksel taciz, duygusal tacizin yanında hiç bir şey değildi!
Tüm iş dertleri, günlük koşuşturmalar, kadın olup da hiç bir erkek kardeş deneyimi olmadan minimum travma ile bir erkek çocuğunu en iyi şekilde, gerçek bir erkek olarak yetiştirmeye çalışmak, para pul meseleleri, içimde bazen beni kaplayan eşsizlik ve yalnızlık, bazen tek başındalığın getirdiği huzur, aşk isteği, yazma isteği, paylaşma isteği, yemek yapmak, rapor yazmak, pencere, sifon tamir etmek.... her şey, hepsi bir kenara tek amacım benim gibi insanlara yalnız değiliz diyebilmek. Esas olan günlük koşuşturmacanın ötesinde bizi biz yapan, insan yapan özelliklerimizi tüm güçlü ve zayıf yönleri ile paylaşarak "hayatımda ben bunu yaşadım, benim deneyimim bu. Lütfen sizin başınıza gelirse, benim düştüğüm hatalara siz düşmeyin" diyebilmek. Önce insan olabilmek.
Sonra bir gün geliyor ki bir haber okuyorum.
Dünyam altüst oluyor. Kendimden utanıyorum. Nelerle uğraşıyorum diye düşünüyorum. Kadın olmanın zorluğu çarpıyor yüzüme. Tek başına bir kadın olmanın zorluğu! 
Sesim kısılıyor, içime konuşuyorum. Mal değiliz, eşya değiliz. Hele hele evlendik boşandık diye kullanılmış, son kullanma tarihi geçmiş malzeme hiç değiliz!
Ben iş yerinde erkek gibi davranarak baş ediyorum, aseksüel bir varlıkmışım gibi. Ruhumda yok zaten en büyük şansım da bu, dışarıda dişi olamıyorum. Evimde evliliğimde öyleydim ama sokakta hep erkek gibi oldum ama bana tek başıma nereye gidiyorsun, kiminle çıkıyorsun diyen insanlar, ah bu erkekler, kendileri cinsellikleri ve davranışları konusunda hassas olsalar anlayacağım örf, adet ve namusu! Beni tacizlere karşı korumayan hatta kendi uygunsuz davranan işverenlerime ve iş arkadaşlarıma karşı bir şekilde bir strateji geliştirdim. Peki bunu yapmak zorunda kalmak normal mi? Hangi din, ırk, kültür ve anlayışa sığar ki? Her şey bir kenara; ya bu ülkeyi kuran, Cumhuriyet ve bağımsızlık savaşı veren insanlar, bu ülkenin kadınlarının bu halde yaşadıklarını duysalar ne derlerdi acaba hiç düşündük mü?

Ağlamak Güzeldir

$
0
0
Canın acımıştır bir kere.
O kadar çok acımıştır ki, yeniden hayata tutunmak için, içini sertleştirmişsindir. Etrafına duvarlar örmüş, içeriden duvarlara sıva yapmış, mavi bir renge boyamış, üzerine bir de mutluluk tabloları çizmişsindir.
Sonra gün gelir bunalır, bir pencere açarsın ördüğün duvara. Temkinlisindir ama. Amacın birazcık nefes almaktır, sımsıkı kapattığın odanın birazcık, azıcık havalanmasıdır. Aslında ümidini de pek kaybetmemişsindir. İçten içe duvarları elindeki balyoz ile yıkacak bir yiğidin duasını edersin. İhtiyacım da yok dersin ama için çeker. Can bu neticede. Haksızlıkmış gibi gelir. Neden sen yalnız olmak zorunda olasın ki? Kötü bir insan değilsindir, hatta ve hatta iyi birisindir. Elinden gelenini vermişsindir, olmayanı da yoktan var etmişsindir.
Çok iyi biri olduğun için yapayalnız kaldığın söylenir çevrendekiler tarafından. Anlamsız gelir. "Fazla vericisin" der dostların.
"Kendini yeterince sevmiyorsun" denir, "bir dur da sadece kendinle ilgilen" denir. "Ama" dersin, "benim sevgim karşımdakinin içinden akar, akar da bana döner. Ben başkasına vermekten, sonsuz paylaşımdan mutluyum" dersin. Anlayamazsın. En sonda da anlayamadığın için de sana söylenenleri doğru beller, öyle yaşarsın.
Sonra gün gelir dolu dolu bir fırtına çıkar, pencerenden bir esinti beklerken güçlü bir rüzgar girer duvarlarla örülü odana ve kuvvetli rüzgar dağıtır tuğlaları tek tek.
Bir yandan etrafa dağılan parçaları hızlı hızlı toplarken, diğer yandan da şaşkınsındır. Çırılçıplak kalırsın bir anda. Önce duvarı tekrar örmeye çalışırsın ama parçalar o kadar uzaklara saçılmıştır ki panikle bırakırsın. Daha da kötüsünü yaparsın. Tam bu anda, kendini kapatmaya çalışırsın, örtünürsün ama seni örtecek olan eski giysilerin, eski alışkanlıklarındır.
Tekrarlarsın, korkularını yenilersin.
Bir daha yapmam dediğin her şeyi yeniden yaşatırsın içinde.
Sana öğretilmiş olandır bu davranışlar. Aslında "bu benim ama" dediğin her alışkanlık her bir davranış, daha önce ellerinden kayıp giden mutlulukları elinden tutma çabasından başka bir şey değildir. 
Çocukluğundur belki kurtarmak istediğin. Bugünün hataları ise annenin dün yapmadığın için kızdığı davranışlarındır.
Yeni savaşlara, eski taktiklerle girersin.
Yeni yolculuklara, eski korkularla.
Eğer karşındaki insan sabırlı ise, çözülürsün. Değilse, en başa dönersin.
Yine duvarlar örersin. Her bir tuğlayı ağlayarak dizersin etrafına. Gün geçtikçe daha da sağlam olur. Havasız kalmaya razı olursun.
Eğer yeterince cesursan eski korkulardan ders çıkarırsın, tekrarlamazsın.
Eğer Allah'a güvenirsen de, dua edersen, çok istersen aradığını sen bulmadan o seni bulur.
Umudunu yitiremezsin, çünkü yalnızlık Allah'a mahsustur, bunu da çok iyi bilirsin. "Sensiz içime sinmiyor" diyebilmek istersin. Ağlarsın ama, bilmelisin ki...




Kış Ortası Bahar

$
0
0
Hava bahar öncesine döndü bir anda bizim buralarda. İçim karmakarışık. Gece titriyoruz evde, öğle vakti T-shirt ile otursam olur, o derece sıcak oluyor. Artık yoğunum demekten de yoruldum ama acayip yoğunum. Yıl sonu malum, stok, rapor, toplantılar... bir koşuşturmaca gidiyor! Ofis politikalarına karşı ayaklanmam işe yaramış sayılır. Biraz daha iyi ama yine egosu yüksek erkek iş arkadaşlarım onlara karşı "güler yüzlü" olmamı bekliyor, kendileri bir şey yapmasalar da. Asistanım beni ben de onu seviyorum. Yuvarlanıyoruz. Fakat, tüm bunlar bir kenara, kararım kesin. 2013 inşAllah burada son yılım olacak. Ben bu iş ortamında, çevreme faydalı olmadan daha fazla çalışamayacağım. Buradan gideceğim düşüncesi içimde çiçeklerin açmasına, kelebeklerin uçuşmasına yeterli oluyor. Korkularımı, maddi kaygılarımı bir kenara koyup; akılcı bir yaklaşımla kendi işimi kuracağım inşAllah. Zor olacak belki ilk başta çok zorlanacağız ama oğluma iyi bir örnek ve çevreme faydalı hizmetlerim olsun istiyorum. Yapmak istediklerim de belli; geriye patlamadan, kalp kırmadan, sabırla burada biraz daha çalışarak, eğitimlerimi tamamlamak kalıyor. Düşündüğümü yapamazsam da, iş arayacağım.
Bazen içim bir umutsuzluk kaplıyor. Ben haketmiyormuyum mutluluğu diyorum. Dua ediyorum Allah'a, istiyorum da istiyorum! Mutlu olmayı, faydalı olmayı, sağlıklı olmayı istiyorum da istiyorum.
Kadınlara el uzatayım istiyorum, annelere destek olayım, bebekleri kucaklayım istiyorum. Kış ortası bahar açmasına sebep olabileyim kadınların hayatında. Oğlum gurur duysun istiyorum benimle. 35 yaşına gelince, "annem çok güzel işler yaptı" desin istiyorum. Çok mu tuhaf? 

Çocuk Zamanı

$
0
0
Adelina, a three-month-old baby Western Lowland gorilla, cuddles her mother Sekani at Little Rock Zoo in Arkansas
Kaynak
Çoğu arkadaşım şimdi şimdi çocuk beklemeye, planlamaya başladı. İlkokul arkadaşımın eşi hamile, üniversiteden yakın bir arkadaşım ise ancak gelecek sene planlıyor çocuğu. Yanılmıyorsam hem ilkokul, lise hem de üniversite arkadaşlarımın arasında en erken çocuğu olan haliyeleçocuğu en büyük olan, en "deneyimli" benim. Dün aklıma düştü, düşündüm. Şimdi 20'li yaşların sonunda ve 30'lu yaşlarının başında olan arkadaşlarımda neredeyse hormonal bir çekim ile tetiklenen bir çocuk özlemi seziyorum. Bana dönüp "çok şanslısın, büyüttün sen" diyenler çok. Haklılar da. Ben 40'lı yaşlarımın başındayken, Allah izin verirse, oğlum üniversite de olacak. Bundandır zaten içimdeki çekişmeler, genç anne oldum ama daha yeni yeni aile hayatı, kariyer düzeni kuran arkadaşlarımın yanında ben kariyerimin 7. yılında işi bırakıp, kendi işimi kurma hayallerinin peşindeyim. Oğlum büyüyor, 2 sene sonra Allah izin verirse ergen olacak. Ona daha da iyi örnek olmam gerekecek. Tüm bunların yanında, yaşıtlarımın yeni anne-baba olma heyecanını onlar gibi yaşamadığımı düşünüyorum. Daha oturaklı sanki onların aile olma planları, bizimkisi biraz aceleci oldu. Bundandır ki, yeniden evlenmek nasip olursa muhakkak bir çocuk daha yapacağımı düşümmüştüm. Fakat zaman geçtikçe, hormonlarıma baskın çıkıyor düşüncelerim ve ürküyorum. İnsan elbette sever yavrusunu ama tek başına ebeveyn olmaktan mıdır ki; yeniden tüm büyüme sancılarını yaşayamayacağımı hissediyorum.Öte yandan, çocuk sahibi olmak isteyen arkadaşlarımı şiddetle cesaretlendiriyorum. Hatta ve hatta baskı kuruyorum, bir an önce yapın da seveyim diye!
Bazen düşünüyorum, bebeğim olmadan önce bir hazırlık sürecim olsaydıçok daha farklı büyütürmüydüm oğlumu diye. Eğer daha erken yaşta benim parçam olan korkularımın farkına varsaydım, eminimki bazı şeyler daha farklı olurdu ama çok fazla yansıtmadan... yok kendimi kandımayacağım! Tüm korkularımı 0-5 yaş arasında gayette yaşattım çocuğa ne yazık ki. Bu nedenle artık daha güçlü bir birey olmaya çalışıyorum. Yansıttıklarımın yanında insan bağımlılığı sıkıntımı oğluma yansıtmamayı başardım.
Şimdi ben küçükken babamın şiddeti ve baskısından bıkan annem sık sık evi terkedeceğini söyler, kapıyı çarpar çıkardı. Bende o evden gider gitmez dolabına koşardım, kıyafetleri duruyor mu bakardım. Kıyafetsiz nereye kadar gidebilirdi ki, elbet dönecekti ama hep "ya dönmezse" şüphesi vardı küçük aklımı yiyen. Dolabın içine girerağlardım.Şimdi de sevdiğim biri gittiğinde aynı saçma travmayı yaşıyorum. Halbuki koca kadınım artık, şükürler olsun ki kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyorum ama bu bilgi yeterli olmuyor, hafızamın derinliklerinden canavar gibi çıkıyor yanlızlık hatıraları!
Bu noktada ama iyi birşey de yaptım. Oğlumu kendime bağımlı yetiştirmedim, aman benden ayrılmasın diye kasmadım hatta özellikle benden ayrı zaman geçirsin diye isteyerek ve (işimden dolayı) istemeyerek fırsat yarattım. İhtiyaçları karşılansın, güven ve sevgi duysun; illa yanıma olmasına gerek yok her an düşüncesiyle hareket ettim. Her çocuk gibi istemediği ortamlarda beni yanında istiyor ama arkadaşında kalacaksın de, 100 günde bir kere "annem nerede" demez!  Bunun yanısıra bir işe kalkışamama, yapamayacağım diye korkması ise tamamen benim eserim ne yazık ki. Başarısız olacağım diye, yapabileceğim bir çok şeyi yapmadım. Al işte bu çocuk da aynı ben o konuda. 
Ama diğer yandan her şeyin mükemmel olmasını bekleseydim, çok geç kalabilirdim anne olmak için (babasıyla herşey kötüye gitmeye başlamış bende çocuk yapma fikrinden tamamen korkmuş olurdum). Aynı zamanda hayat daimi bir öğrenme süreci. Çocuğumla geçen zaman ise beni olabildiğimin en iyisi yapmaktaçünkü bilinçli bir ebevyn olmaya çalışıyorum... sık sık... tamam, kabul ediyorum...zamanın çoğunda en azından! Bilinçli olacak kadar yorgun olmadığım zamanlarda en azından arkadaşlar, valla uğraşıyorum. Aslan gibi evlat geliyor korkmayın! 

İkibinonüç Gelmiş, Hoş Gelmiş!

$
0
0
Ne zaman artık yazacak bir şey bulamıyorum desem, yeni bir şeyler çıkıyor muhakkak. Meğer anlatacak ne çok şey yaşamışız 2012 de, kim bilir daha neler yaşayacağız 2013 de.
He ne çıkarsa karşımıza, Allah hep hayırlısını nasip etsin inşallah.
Hepimize sevgi dolu, sağlık dolu, neşe dolu bir yıl diyorum. Huzurlu olsun günlerimiz, çocuklarımız sağlıklı olsun, yüzlerinden gülücükler, kafalarından hayalleri eksik olmasın. 
Bol bol müzik olsun hayatımızda, renk renk çiçekler. Resimlere bakalım. Yürüyüşler yapalım uzun uzun sevdiklerimizle. Yüreğimizde ne varsa istediğimiz, yapacak cesareti bulalım içimizde. Bizi huzursuz eden ne varsa, hayatımızdan çıkaracak gücü bulalım.
Yeni dostluklar kuralım. Göremediğimizde de sevgiyi bulalım, gördüklerimize yürekten sarılalım. Olur da üzülürsek de, hemen toparlanalım, güçlenelim, daha kuvvetli olsun ruhumuz. Bedenimize saygı gösterelim her zamankinden çok.
Yazalım, çizelim, gezelim. Yağmurda yürüyelim. Çocuklarımızla oyunlar oynayalım. Kuvvetimiz varken ağaçlara tırmanalım. Güneşin doğuşunu, batışını izleyelim. Her günümüze şükürederek uyanalım. Bir de birilerini çok çok mutlu edelim. Bir insanın hayatını değiştirelim.
Bu sene burada çok güzel insanlarla tanıştım. İnşallah seneye de dostluğumuz devam eder.

Ben oğlum ve arkadaşlarımızla geçireceğim bu geceyi. İnşallah keyifli, huzurlu geçer vaktimiz. Gitmeden önce dün bir şey öğrendim onu paylaşmak istiyorum:
Fark ettiniz mi, babalar oğullarının şövalye gibi hissetmelerini, kızlarının da prenses gibi hissetmelerini sağlıyorlar. Bu babaların çocukları büyünce kral ve kraliçe olurmuş. Babaları onlara böyle davranmayan çocuklarsa hep bir arayış içinde olurmuş. Bu yüzden babaların görevi çok zormuş onu bir daha anladım. 
Babalığı hakkıyla yapan tüm babalara, özellikle çok özel bir babaya, dualarımı yolluyorum. Yapmayanları ise Allah'a havale ediyorum!

Nice Mutlu Senelere, Yürek Dolusu Sevgilerimle Hepinize:





Güven Meselesi

$
0
0
İnsan hayatında en önemli duygudur güven duygusu. Hepimiz biliriz. Güven anne karnında başlar ve doğumun ilk anında, bebeğin annesine ne kadar hızlı bir şekilde ulaştığı, onun sevgisini ve sıcaklığını hem duygusal hem de fiziksel olarak hissettiği onun gelecekteki ilişkilerini şekillendirir. Bizde nedense ağlayan çocuğun kucaklanmaması gerektiği, yalnız kalmasının anne-babanın işini kolaylaştıracağından, yalnız bırakılması gerektiğine inanılır. Bense ağlayan bir bebeğin, hayatının 1. yılında hemen kucaklanıp sarılması gerektiğine inanırım. 
Şımarıklık yapan, bağırıp çağıran bir çocuğa sarıldığınızda kaskatı kesilen bir çocuğun nasıl rahatladığını muhakkak hissetmişinizdir... en azından ebeveyni olarak sabrınızı zorlayıp delirme noktasına getirmediyse.
Benim çocuk da sezeryan çocuğu, doğumdan sonra hemen kucağa alınmayan hatta annesi, yani bendeniz, ayılıp da çocuğu emzirinceye kadar 4 saat kuvözde tek başına yatan bir çocuk oldu. Hiç de hayalimdeki gibi değildi. Bundan ve kendi annemin bana yeterince sarılmadığı, hatta sarılmanın ayıp olduğunu söylemesinden dir ki, 1. yaşına kadar ben bu veleti kucağımdan indirmedim. En ufak "mık" sesinde yanına koşmuş sarılmışımdır. Aklı ermeye başladığında da güvenimi sözlü olarak da sık sık ifade ettim. Niyetim benim gibi sevgi, güven eksikliği hisseden değil de; öz güveni yüksek, sevildiğini bilen insan yetiştirmekti.
Fakat arkadaşlar, ilk evlendiğimde alışamadığım için iki kişilik hayata, kendime ve kocama yatığım 76 kişilik makarna tenceresi gibi, bu olayın da suyunu çıkardım. Ergenlik öncesi sendroma bir de megolamanlık eklendi mi.... tam olduk.
Çocuk önce "anne sen çok şanslısın çünkü benim gibi muhteşem bir çocuğun var" dedi. İlk başta şirin geldi. Ana yüreği işte, dengeleyen katalizör baba da yok "ayyyyyyyy eveeeetttt çocuğum haklısıııın" tepkileri verdim. Baktım 1-2 velet abartmaya da başaldı mı bu durumu!! Yılbaşı ertesi arkadaşlarımın nazik daveti üzerine ziyarete gittiğimiz evin sahibi "haydi, dünyadaki en güzel şeyin resmini çiz dedi" baktım bu elinde kağıt, aynanın karşısına geçmiş kendini çiziyor. Önce güldüm, yaptığı komik geldi de sonra abarttığına inandım ama sesimi çıkarmadım.
Derken, eve döndük 2 gün sonra okulun verdiği performans ödevini yapıyordu. Amaç, bir ay'ı seçip takvimini yapmak idi. Doğum günü ayını seçen velet, doğduğu günü de daire içerisine alıp "Dünyanın en muhteşem çocuğunun doğduğu gün" diye not düşmez mi.... tutamadım arkadaşlar çenemi.
"Oğlum" dedim "tamam kendine güven iyi hoş da fazlası megolamanlıktır". "O nea annee" dedi. "İşte kendini fazla beğenmek, ayıp oğlum bu kadar da ortalık yerde kendini beğenme, bazı fikirlerini de kendine sakla" dedim, nasıl ifade edeceğimi bilememezlik halinde. Esas korkum tabii narsist eğilimleri olan babasına benzemesi idi derken çocuk "iyi de anne ben şaka yapıyorum" demez mi. Bırakırmıyım? Bırakmadım tabii "olmaz öyle şaka, haydi bu böyle kalsın da aynı şaka 40 defa yapılınca komik olmuyor" dedim. Bakalım dengelenecek mi, bu güven nereden geliyor. Hayır belli, ben getirdim bu çocuğu bu hale ya. Sevgi ve ilgi yumağı yaptım. Şimdi ara yaşlarda çocuk olma ile genç olma hali arasında sanırım. E herkes de annesi kadar sabırlı değil buna karşı. Tepki alıyor bazı davraışları. İnşallah büyüdükçe dengelenir. Keza bu öz güveni, yapamadığı şeylere bile "ben yaparım yeaaa" moduna sokuyor adamı. Alay konusu oluyor. Öğretmeye çalışıyorum, "bir şeyi yapabiliyor olmak o konuda en iyisi olduğun anlamına gelmez,  çok çalışman gerekir. Flütten ses çıkardın diye flüt çalabiliyor değilsin" vs diyorum ama işte kırmak da istemiyorum ki evladımın yüreğini, güvenini. Hele ben de sıfır'a yakın ya özgüven, öz evladımın bu süper öz güvenine anlam veremiyorum!
Gelgelelim başkalarına güvenme meselesine. Bu da daha çok yetişkinler ile ilgili. 
Şimdi biri var görüştüğüm. Bekar baba. Ciddi saçma ilişkiler yaşamış. İşleri de şükür iyi. Bundan dolayı da insanlar çok kullanmış bunun tencereler dolusu iyi niyetini. Çok iyi tanımıyorum kendisini. 2-3 kere oturup sohbet etmişliğimiz var, kısa kısa o da. Ama temiz yürekli olduğu belli. Anlamaya çalışıyorum onu. Hiç olmadı en azından insan tanımak, bakalım bana neler katacak bu insan diye merakımdan. Şimdi bu çok temkinli, söylüyor da açık açık; "güvenmiyorum insanlara" diyor. Ben de anlam veremiyorum açıkçası. Bu taze ilişki anlayışı bir kenara, Allaha inancım şükür var, ben de bu inancıma dayanarak insanlara önce hep güvenle yaklaşıyorum arkasından yiyorum affedersiniz yiyeceğim kazığı ama en azından hep mutlu başlıyorum iş, arkadaşlık ve efendim gönül ilişkilerime. Ben kimim ki insana önce kötü diyeyim. Allah yaratmış karşıma çıkarmış işte. Temkinli olmak lazım elbette ki ama ben şahsen çok seviyorum insanları. Kıyamam ki, durduk yere ben kimim ki yargılayayım buna güvenilir, güvenilmez diye. İngilizler derler ya "fool me once, shame on you. Fool me twice, shame on you/Beni bir kere kandırırsan, ayıp sana. Beni iki kere kandırırsan, ayıp bana." Şimdilik bu felsefe ile yaşıyorum arkadaşlar. Ama yukarıda anlattığı güven dozunun kaçması hikayesine karşılık da tedirginim bu davranışlarım ileride oğluma kötü örnek olur mu diye.  Bakalım neler olacak! İzlemeye devam.
Bu gece evimizde yalnızım. Çocuğum babannesine ziyarete gitti. Bende müzik dinliyorum. Buyrun beraber dinleyelim dengesiz duygularımın iniş çıkışını :)
 
Bu arada çocuğun gördüğü davranışları örnek alması konusuna örnek: Ben evliyken eski koca canımı acıtırdı bazen. Ben de sık sık en ufak fiziksel temasta "canım acıyor" derdim (hem psikolojik olarak uzaklaştırmak istediğimden hem de gerçekten de kaba olmasından dokunuşlarının). Baktım, oğlum da malesef aynı şeyi yapıyor. Onu sık sık alıp sıkıştıran, onunla güreşen, fiziksel sınırları deneyen bir babası olmadığı için ne yazıkki çok zayıf. Arkdaşının babasını izledim geçenlerde, oğlu ile nasıl güreştiğini. O çocuk çok daha güçlü ve tam bir erkek çocuk gibi babasına güreşerek karşılık verirken, benim oğlum ne yazık ki bilmiyor ne yapacağını ve onunla güreşmeye çalışan erkek tanıdıklarımızdam "canım acıyor" diye kaçıyor. Hem öğrendiği bir davranış var hem de bilmemezliğin verdiği bir tepki! Bu durumu düzeltmek için aikido kurslarını yeniden araştırmaya başladım ayrıca yazın yaz kampına yollamayı düşünüyorum. Kısmet tabii. Siz siz olun, unutmayın. Çocuklar sünger gibi, her davranışınızdan muhakkak birşeyler öğreniyor. Kimse mükemmel değil tabii ama en azından ebeveyn olunca olabildiğimizin en iyisini olmamız gerektiğini bir daha gördüm.

Konuşulması Zor Konular

$
0
0
Günler geçmiş. 2013 yılının 14üncü gününü bitirmek üzereyiz. Bu sene buraya her gün yazmaya söz vermiştim kendime ama işler bir kenara tatsız olaylar sonucunda yine kendime engel koydum.
Bu konuda konuşmak ve yazmak çok zor keza beni derinden yaralayan bir olay daha yaşadım.
Geçtiğimiz hafta iş toplantısı için yine şehir dışındaydım. Havaalanında koşa koşa ofis'e gitmiş arabamı almış, oğlumu almak için babasının kaldığı yere gitmiştim. Havaların çok aşırı soğuk olduğu günlerdi ben de ortalıkta gezinen gripten nasibimi almıştım. Boğazım ağrıyordu ve tek istediğim oğlumu alıp bir an önce eve gitmekti.
Babasının kaldığı yere geldiğimde, içeriye girmekten hoşlanmadığımdan, arabadan geldiğimi haber vermek için aradım. Bir süre sonra eski koca oğlumun eşyaları ile geldi. Arabaya bindi, bana anlatacakları varmış. İşlerinin yoğun olduğundan, para durumunun kötü olduğundan bahsetti. Ben bu ay sıkışık olduğum için kendisine borç verdiğim parayı geri istemiştim. Bana ilk fırsatta "yardım" edeceğini söyledi. Hafiften kızmaya başlamıştım. Soğuk algınlığının ve 2 günlük yoğun ve stresli iş gezisinin verdiği yorgunluk ile sabırsızlanmaya başlamıştım. Bu sıra da bana yakında evlenmeyi düşündüğünü söyledi. Bu noktada daha çok sabırsızlanmıştım çünkü bana bunu söylemesinin sebebinin ileride evlendiğini duyarsam neden daha önce bana söylemediğini ona sormamam için olduğunu söyledi. İçimdeki ses sebebinin bu olmadığını, sebebinin oğlum ile yaşadığım ev ve mahkeme kararınca onun bu evdeki hakkı ile ilgili olduğunu söylüyordu. Bu her ne kadar onun tarafından dile getirilmese de, çok derinden sebebin bu olduğunu biliyorum. Oğlumuza bu konuyu açıp açmadığını sordum. O sıra da minik kahramanım geldi. Yine bir şeylerini kaybetmişti. Babası bulursa kaybettiği çantasını ona vereceğini söyledi ama bir milyon kere eşyalarını kaybeden oğluma ders olması için (daha en son kalışında ona yeni aldığım bateri çalışma pedini kaybetmişti) çantasının bulunması durumunda bile eve almayacağımı, çantasında taşıdığı malzemeler için alternatif bulması gerekeceğini açıkladım.
Bunu söylemem mi tetikledi, emin değilim ama tam arabadan inerken eski koca benimle oğlumuz ile ilgili konuşmak istediğini söyledi. Şeytan işte dürttü beni. Daha sonra yapılabilecek o konuşmanın hemen yapılmasını istedim ve hasta olmama rağmen arabadan indim. 
Eski koca bana oğlumun çok katı olduğunu, ona ve onun etrafındaki kimseye yaklaşmadığını söyleyerek benim anne olarak yaptığım hataları sıralamayı başladı. Ona çok kızıyormuşum, oğlum nedense kendisinden yapılmasını istenen bir iki şeye "annem kızar" demiş (gerçi daha sonra çaktırmadan sorduğumda, oğlum öyle bir şey olmadığını söyledi bana).
Daha önce okuduysanız, kişilik bozukluğu olan insanlardan bahsetmiştim. Bu tip insanların sözlü manipülasyon haricinde fiziksel varlıkları ile karşısındakinin alanına girme alışkanlıkları vardır. Hepimizin kişisel bir sınırı vardır. Kişilik bozukluğu olan bir insan için bu önemli değildir. Konuşurken dibinize kadar girer, sizi huzursuz ve rahatsız etmek için fiziksel varlıklarını kullanırlar. Bunu ben sadece eski koca da değil, çevremde karşılaştığım ve bir şekilde yüksek ego hassasiyetine (böyle bir terim var mı?) sahip insanların çoğunda gördüm.
Beni eleştirirken bana fiziksel olarak çok yaklaşan eski kocanın yorumlarına çok fazla kızmıştım. Kendisinden benden uzaklaşmasını istedim. Bana sorunun her ne ise açık açık söylemesini istedim. Anlatmadı. Ben büyük bir hataya düştüm ve dakikalar önce dolmaya başlayan kızgınlığımın sonucunda iyice sinirlendim ama henüz hakimiyetimi kaybetmemiştim. "Sonra konuşuruz" diyerek arabaya bindim. Tam o sırada adam kapıyı açarak ön koltukta oturan oğluma inmesini söyledi. Hava soğuk olduğu için oğluma arabada kalmasını benim ineceğimi söyledim. İçten gelen bir koruma güdüsü ile arabanın anahtarını alıp kapıyı oğlumun üstüne kilitledim. Anahtarı elimde sıkı sıkı tutarak arabanın arkasına geçtim. İyice kızmıştım. Sırf kendisi konuşmak istiyor diye, yılın en soğuk gününde minicik oğlumuzdan sokakta beklemesini isteyecek kadar bilinçsiz ve bencil idi.
Bu sıra da eski koca bana bağırmaya devam ediyordu, üzerime yürümeye başladı. Bana daha fazla yaklaşmaması için elim ile işaret ettim ama bana çok yakındı. Tutamadım kendimi, terbiyemi kaybettim. Bağırışır iken bir anda kendimi yerde buldum. Sağ tarafıma düşmüştüm; dirseğim, dizim ve sağ kulağım çok ağrıyordu. Çok kızmıştım. Tam o sıra da birileri geldi. Sakallı bir adam hatırlıyorum. Bana "abla sen git buradan" dedi. Çok kızmıştım ama oğlum arabadaydı. Hemen arabaya bindim ve oradan uzaklaştım.
Eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde oğlum pijamalarını giyiyordu, bende telefonda arkadaşımla konuşuyordum. Tanıdık bir ses duymak istiyordum sadece. Resmen nerede olduğumu, kim olduğumu, olan biten her şeyi unutacak bir hafıza kaybı yaşamıştım. Tartışmanın neden çıktığını hatırlamıyordum. Vurduğunu hatırlıyordum ama!
Normal bir durum değildi. En önemlisi oğlumun neleri gördüğünü merak ediyordum. Oğlum beni gördüğü için memnundu. Sadece bağırıştığımızı duymuştu. Demek ki her şey çok hızlı olmuştu. Kendisine merak etmemesini babası ile sadece tartıştığımızı söyleyerek onu teselli ettim. Öptüm, sarıldım. Konuştuk. Çok zor oldu benim için normal davranmak ama şakalaştım onunla. Yanımda uyudu o gece.
O kadar karışmıştı ki içim. Acıyan sadece kulağım değil, gururum idi. Bu arada eski koca beni bir kaç kere arayarak özür diledi. Duymak bile istemiyordum. Bana hangi hakla vurabilirdi. Ben karısı bile değildim.
3 gün çenem ağrıdı. Bana hangi ara nasıl vurdu hatırlamıyorum hala. İlk gün haricinde (oğlum ile beraber uyuduğumuz için) o gündür salonda yatıyorum. Kapılarımızı sıkı sıkı kilitliyorum. Çok tedirginim çünkü. Yatak odam çok arkada (sanki ev 200 metre kare ya, korku işte). Atlattığımı sandığım tüm korkularım geri döndü. İlk boşandığımızda da salonda yatmak güven veriyordu (sonra yatağım olmadığı için mecburen salonda uyudum aylarca) çünkü evin merkezindeyim burada ve her yeri kontrol edebiliyormuşum gibi hissediyorum. Bir daha oğlumu o adama nasıl teslim edeceğimi bilmiyorum. Oğlum gibi nazik ruhlu bir insanın ruhunun böyle bir adam tarafından kirlenmesini istemiyorum.
İş yerindeki sorunlar da devam ediyor. Daha bu sabah patronum bana bir şey gösteriyordu. "Tamam efendim anladım" dedim. "Nasıl anladın, bakmadın bile" diye bağırdı bana. Haksızdı bağırması. O da ayrı bir cins! 7 yıllık elemanım ben orada, hala beni kontrol etmeye çalışıyor. Bunun verdiği sıkıntı bir kenara; anladığımı söylediğim bir talimatı bile anlamadığımı söyleyerek bana bağıran ve geri zekalı muamelesi yapan bir ego manyak ile daha karşı karşıyayım her gün.
Tam da 2013 yılı için planlarımı yapmıştım. Bu sene sonunda bu işten kurtulacak ve işimi kuracaktım. Ne yazık ki eski kocanın bana vurmasından ve geri dönen güvensizlik duygularımdan sonra burada yaşamak istemiyorum artık. Burada olduğum sürece, oğlumu babasına bırakmak zorunda kalacağım. Bana kötü davranan patronumla çıktığım her iş seyahatinde; oğlum kadına el kaldıran, aldatan, babalık görevlerini yerine getirmeyen ama muhteşem baba rolünü oynayan, hayat tarzı ile örnek bile olamayan bir insan ile kalacak. Ne için peki? Benim kazanıp bizi geçindirmek için kullanacağım para için. 
Ama o para var ya ah o para... o para işte oğlumun kursunu, kitabını, kıyafetini, gezmesini, yemeğimizi, elektriğimizi karşılayan para! 
Boşanmadan bu yana neredeyse 2 sene oldu. Sanki başa döndüm. Olaydan 2 gün sonra beni yeniden aradı. Beni biz evliyken beraber olmakla suçladığı bir tanıdığımız ile ilgili bir şeyler sordu. Paranoyaları geri döndü demek ki.
Canım sıkılıyor. Hayatımı planladığımı düşündüğüm anda bu olayın olmasına canım sıkılıyor. Artık bu insanları taşımak zorunda olmaktan dolayı canım daha çok sıkılıyor. En çok da bu adamların sadece benim değil, oğlumun hayatını da etkiledikleri için canım sıkılıyor.
Oğlum için korkuyorum. Kendim için de tedirginim. Kafayı yiyecekmişim gibi geliyor bazen, keçileri kaçıracakmışım gibi.
Bininci kere söylüyorum; gururum incindi her şeyden çok! Evliyken dayak yemek bir kenara, boşanmış olduğun adamın vurması içimde unutamayacağım bir sızı! Çenem iyileşti neredeyse ama içim hala acıyor.
Planlarımı bozmak zorundayım. Bu şekilde oğlumu iyi bir insan olarak büyütemem. Hem babası kötü bir örnek olduğu için, hem de annesinin patronunun annesini mutsuz ve sinirli bir insan haline getirdiği için. Buradan uzaklaşmamız lazım. Evin parasını vermediğim sürece, odadaki fil olmaya devam edecek eski koca ile aramızdaki para konusu!İş koşullarım ise düzelmeyecek.
Eee, peki ne yapacağım ben şimdi? 
Bana acımayın, bu sadece hayatımın yönünü değiştirmem gerektiğine işaret bir olay. Allahın izniyle düzelteceğim durumu elbet. Fakat başıma gelen bu olayı unutmayın. İnsanların nasıl kontrollerini kaybettiklerinin küçük bir örneği. Eksi kocayı bana daha fazla vurmaması için tutan adamların tepkisi "abla sen git" idi. O 2-3 dakika boyunca oradaki adam eski kocayı tutup, "sen ne yapıyorsun kardeşim, kadın'a el kalkar mı" demedi. Karmaşayı yaratan sorunu ortadan kaldırmak istedi. Sorun bendim. Belki iyi niyet ile söyledi bunu, belki ben gittikten sonra uyardı eski kocayı ama ben yine de bana "sen git" denilmesini gururuma yediremiyorum. Ben neden gidecekmişim?
Konuyu buraya getirmekten nefret ediyorum ama ne olursa olsun kadın olarak haklarımız sınırlı değil mi. Ben polis'e gidip şikayet etseydim, büyük ihtimalle "tüh kaka" diyerek yollarlardı adamı. Tanıdığım bu adam da daha büyük bir sinir ile dönerdi bana biliyorum. İş yerinde geçirdiğim her günü korku içinde geçirecektim acaba bugün okul çıkışı oğlumu alır da benden kaçırmaya kalkar mı diye. Bilmiyorum, güvenemiyorum. Bana bir daha vuracağını düşünmemiştim ama vurdu. Daha fazlası için riske giremem. Susmayı tercih ediyorum. Korkaklık belki ama evet korkuyorum. Bu seferi oğluma yansıtmadan, ufak bir yara ile atlattım. Bir daha olmaması için susacağım! Çok örnek var etrafımızda, çok kötü örnekler. Bunlardan biri olmak istemiyorum. Ben taciz ile savaşacak kadar güçlü olsam da yasalar o kadar kuvvetli değil. Düzeltmek için bir şey yapabilir miyiz? Umarım. Ama önce gücümü toplamam gerekiyor.
Bir kere daha çok düşündüm bu konu ile ilgili yazıp yazmamayı ama amacım hep paylaşalım ki, benim durumumdaki bekar anneler/babalar kendilerini yalnız hissetmesin. Hatalarımdan ders alsınlar. Buradaki ders: ezdirmeyin kendinizi. Eğer savaşacak kadar güçlü hissetmiyorsanız, en azından zarar almamaya bakın. Henüz iyileşmeye yüz tutmuş bir yaranın yeniden açılması iyileşme sürecini uzatıyor sadece. Önce iyileşin. Bunun için de gerekirse susun! Ben öyle yapıyorum. Sinirini kontrol edemeyen insanlar ile tek başınıza yüzleşmeye kalkmayın. Zarar görmeyin.
Ben... benim zamana ve yeni planlara ihtiyacım var.
Ama hele bir iyileşeyim.... o zaman yine görüşeceğiz. 
Allah bildiği gibi yapsın bu insanları. Allah oğlumu korusun. 
:)

...Ve Devam Ediyor

$
0
0
Tahmin ettiğim gibi oldu.
Çocuğu hiç arayıp sormayan, almak için özel bir gayret göstermeyen eski koca bugün arayarak yarın oğlumu ona "ne zaman bırakacağımı" sordu bana (Ben bırakıyorum alıyorum. Gelmiyor almaya, ben de eve gelmesin diye de karşı çıkmıyorum bu düzene).
Ah derdi çocuk olsa. Ah gerçekten de özlediğinden olsa...
Ama değil! Kontrol etmek için. Bana vurduktan sonra kendisini suçlu hissettiği için. Bana vurduktan sonra sinirlenip "Çocuğu sana göstermeyeceğim" dediğim için istiyor... ve devam ediyor hikaye.
Hiç bırakasım yok ama bırakmazsam oğluma abuk subuk konuşacak; "annen aramıza girdi" diyecek. Ailesini gaza getirecek, onlar da oğluma annesi ile ilgili garip garip konuşacaklar. Biliyorum çünkü bana arkadaşlarımın boşandıktan sonra "yapar" dedikleri ve benim "ya öyledir, böyledir ama bunu da yapmaz" dediğim her şeyi gerçekten de yaptığı için... bunu da yapar ve bizler klişe boşanmış karı, koca, çocuk hikayesine "cuk" diye oturacak bir bölüm daha halini almış olacağız ki bunun da en büyük zararını çocuğum çekecek.
Yarın tutacağım nefesimi, götürüp bırakacağım çocuğumu babasına. Saatler geçmeyecek ama inşallah pazar gün yeniden doğacak ve oğlumu geri alacağım. 
Bari film izleyeyim yarın gece yeni günü beklerken.

Ben Bir Ağaç Olsam

$
0
0

Çok severim alternatif tıp ve terapileri. Hastalıklara karşı ile tepkim "acaba hangi ot'u kaynatsak da içsek" olur. Grip ve sinüzit ataklarına karşı ilk başvurduğum ilaç tavuk çorbasıdır. Baş ağrısına ilacım yeşil elma ve son zamanlarda yaşadığım ve doktorun haftalık iğneler tavsiye ettiği B vitamini eksikliğine karşı da başvurduğum ilk şey tam tahıllı ekmek.
Hal böyleyken, her ne kadar zamanında konvansiyonel tıbbi müdahale yani anti depresanlara başvurmuş olsam da, psikolojik sorunlar için de alternatif terapiler denemekten büyük haz alırım. E halim ortada. İlaç denedim. Pahalı olmasına rağmen EMDR denedim. Psikologa gittim. Sonuç aynı. Ben hala korkuyorum! Bildiğiniz aptal aptal derine işlenmiş travma halinden gelen saçma sapan tepkilerimle yaşamaya çalışıyor, mantığımı ve aklımı kaybediyorum.
Gel zaman git zaman bir akşam evde bu konu da ne yapabilirim diye internette "travma sonrası stres bozukluğu tedavisi alternatif çözümler" arayışım sürecinde karşıma KUANTUM TERAPİ çıktı. Denemediğim bir de bu vardı, deneyelim bakalım diye pazar akşamı saat 19:00 civarında aldım elime telefonu aradım internet sayfasındaki numarayı. Hiç beklemiyorum ama telefonu tatlı sesli bir bayan açtı. Bana hemen ertesi gün kendisini görmeye gidebileceğimi söyledi. Çok sevindim. "Bu bir işaret, evet evet kurtuluyorum sonunda" diyerek ertesi gün yolunu tuttum bana hayatımda ışık tutabilmeyi öğretecek ablanın iş yerine.
Kendisi ile tanışıp konuşmaya başladık. İlk iş "ben Allah'a inanıyorum" demek oldu. Hani kuantum filan, yanlış anlaşılmasın diye! "Allaha dua ediyorum bana yardım etsin diye ama sonuçta dua ettikten sonra oturup beklenilmeyeceğini çaba göstermem gerektiğini ve ben çaba gösterdikçe Allah bana kapıları açacağına inanıyorum" dedim. Alternatif tıp iyi hoş da, hani, özümü unutmadığımı da belirtmek istedim. 
Bu duruma da netlik getirdikten sonra (cadıyım sanırım) başladık terapiye. Anlattım, doğduğum andan başladık günümüze kadar geldik küçük adımlarla - bildiğiniz adımlarla çünkü ayağa kalktım hayatımın dönüm noktasını ifade eden her hikayede bir adım attım.
Uzun lafın kısası benim problemim en başında. Doğumum ile alakalıymış. Annem, çok severim kendisini - kokusu burnumda tütüyor, çok güçlü bir kadındır ama benim doğumum ile babamın ona şiddet uygulaması hikayesini eş zamanlı anlatırdı; "ilk sana hamileyken...". Bu durumda bende ister istemez "ben olmasaydım" duygusu yaratmış. Terapistin dediğine göre bu tip travmaları bilinç altımıza, bizim yaşamsal fonksiyonlarımızdan sorumlu olan ilkel beynimize, atıyormuşuz. Bu da zaman içinde öz değer ve öz saygıda problem yaratıyormuş (bkz. ben). Bunun çözümü de ilkel beyne bu güne kadar bizi korumak için yaptıkları için kendisine teşekkür edip yeni bir programlama yapmakmış. Ufak bir çalışma, duygusal bir sürü an, akan göz yaşı sonunda bana eğer bir varlık olsaydım insandan başka, nasıl bir varlık olurdum diye sordu. Önce "taş" dedim. Ayy sonra beğenmedim. "Soğuk o ne öyle". Sonra "ben" dedim "ağaç olmalıyım". Böylece ağaç oldum. Hemde öyle böyle değil. Ceviz ağacı oldum arkadaşlar. Meyve veren, kocaman bir ceviz ağacı oldum.
Terapiye gidenler bilir. Çıkınca 10 kilo taş'ı 10 km taşımış kadar yorgun olursunuz. Ben bu sefer kuş kadar hafif çıktım. Hoplaya zıplaya arabama bindim. Radyoyu açtım. Yıllardır duymadığım ama hiç unutmadığım ve çocukken teyzemin söylediği ve bu yüzden aklımda hüzünle karışık bir rahatlık hissi uyandıran bu şarkı çalıyordu:
Çok garip bir duyguydu. Yıllardır duymadığım sesler,  ardından kokular ve dokuların hepsi geri dönmüştü. Mutlu bir anımdı o şarkıyı ilk, çocukken duyduğum an. Ramazan ayı idi. Teyzem o gün, o zamanki aklımla anlamadığım bir nedenle oruç değildi. Belli ki acıkmıştı, ayıp olmasın diye yemek yemek için herkesin öğle uykusuna yatmasını beklemişti. Her çocuk gibi öğle uykularından nefret eden ben teyzemin kalktığını görünce onu gizlice mutfağa takip etmiştim - yatakta olmam gerekiyordu sonuçta. Tabağına yemek alan teyzem bu şarkıyı söylüyordu. Yaz sıcağında, pencereden gelen hafif esintiler, evdeki sessizlik ile teyzemin muhteşem sesi birleşince mest olmuştum. Daha sonra şarkının sözlerini okuyunca, içeriğinin geçmişe, unutulmamış hatıralar ile ilgili olduğunu fark ettim. Çok garip bir duygu idi, dediğim gibi hüzün ile huzur karmaşası. Tam da çocukluğumun o dönemi gibi.
Kafamda "ben bir ağacım, güçlüyüm kendimi seviyorum bu yüzden de kendime güveniyorum" olumlamalarımla işe döndüm. İçimdeki manik depresif ben arada canlanıp "Alahımmm  ağaç, ağıcım beeen hahahahayyytt" diye bağırıyor sonra yine sakinleşiyordu. İyi gelmişti burnuma ilaç sokmaya çalışmayan bir psikiyatriste geçmişi anlatmak ve gerçekten de dinlendiğini hissederek ve çözümün bende olduğunu duymak. Enerjim inip, çıkıyordu. Akşam da oğlumla bir yere giderken bana dönerek "anne acaba ağaç olmak nasıl bir şey" dedi ansızın. Çok şaşırdım. Onu takip eden günlerde ağaç her yerde karşıma çıktı. Hatta ağaç olma olayını abartarak birilerine kızdığım bir anı arkadaşım nen'e anlatırken "... çok kızdım ama ben bir ağacım, güçlüyüm, dallarım savururum, cevizlerimi kafalarına kafalarına atarım oldu bitti işte" dedim. Tamam biliyorum, bu değildi yolu ama her fırsatta ağaç olmak işime yarıyordu. 
Geçen hafta sonundan bahsetmiştim.
Oğlumu babasına bıraktım. Cumartesi günü yalnız kalmamak için arkadaşım Nen ve ailesi ile vakit geçirdim. Tek başıma kalsaydım, oğlum için zaten endişeleniyorken, iyice panik olacaktım. Dostumla olmak iyi geldi. Pazar günü öğle saatine doğru oğlumu almak için kaldıkları yere gittim yine. Bana vurmasından sonra o yere ilk dönüşümdü. Ama ben bir ağacım, güçlüyüm, kendime değer veriyor bu nedenle de güvendeyim ya... çok sorun etmemeye çalıştım. 
Hayat tabii ki kafamızdaki kadar basit olmayabiliyor. Siz ne durumda olursanız olun, hayat akmaya devam ediyor; onu güzelleştiren veya çirkinleştiren insanlar ile beraber. Benim, oğlumun (o saate kalan) kahvaltısını bekleme sürecim de öyle oldu. Babası istersem içeride bekleyebileceğimi söyledi ama hiç bir şekilde onun yakınında olmak istemiyordum. Arabada bekledim. Telefonumdan internete girdim bir şeyler okumaya çalıştım. Kendimi arabanın içine kilitlemiş, gergin bir şekilde bekliyordum esasen. Derken bu çıktı geldi. Kafamı çevirim bir kere bile bakmadım ama, güzlerini bana dikmiş bir şekilde sigara içtiğini görüyordum yan aynadan, hissediyordum. Tepemde bir şahin gibi dolanıyordu. Belli ki konuşmak, ilgiyi kendisinin üzerine çekmeye çalışıyordu. Ben görmezlikten geldikçe arabaya yaklaşıyordu. Pişman olan bir insanın yapmayacağı bir hareketti bu. Pişman olan, utanır. Bu varlığı ile beni daha da rahatsız etmeye, kontrolü kendi eline almaya çalışıyordu. Arabadan inseydim, biliyordum ki yine kavga çıkacaktı. Tam o sıra da o akşam bu bana vurduğunda, bunu tutan adamı gördüm yan gözle. Aynı sakallı adam. Bana doğru dik dik bakıyordu. O adam bunun kalıp çalıştığı yerde kalıyordu. Tanışıyorlardı yani. Kim bilir benimle ilgili neler demişti eski koca. İrkildim ama dahası çok iğrendim. "Allahım ben güçlüyüm, bana güçlü olduğumu gösterecek fırsatı ver" diye dua ettim durdum içimden. Bir yandan "ben bir ağacım, ağaç, aaaağğğaaaaçççççç" diye haykırıyordu içimdeki ses. Mantık ile mantıksızlık arasında gelip gidiyordu duygularım. Korkuyordum, tedirgindim, cesurdum ama en önemlisi oğlumun bir an önce çıkmasını ve oradan uzaklaşmayı istiyordum. Neyse ki çok bekletmeden geldi oğlum. Gösterisi vardı. Gösterisine gelmedi babası ama biz alışığız. Biz evliyken bile gelmezdi, hep bir bahanesi bir işi olurdu!
Çocuğumu da kendimi de uzaklaştırmak istiyorum. Şehir değiştirmem elzem oldu. Burada ne iş var ne de bize huzur. Çok korkuyorum bazen ama ben bir ağacım ya, savururum dallarımı karşıma çıkanı yıkar geçerim.... 
...nasıl yani öyle çalışmıyor mu bu sistem? Tamam barışçıl bir ağaç olacağım, söz dallarımı kimseye savurmayacağım, cevizleri kimsenin kafasına atmayacağım! Ama belki 1-2 tane?
Hayatımda hep hüzün oldu, günlük yaşamımın bir parçası oldu. Ben yapım itibariyle hüzünlü değilimdir esasında. Hayata komik, güçlü, eğlenceli ve ironik yanından bakmayı severim. Şartların beni değiştirmesine hep izin verdim bu güne kadar. Artık ben şartları kendime göre değiştirmeye hazırım...
...çünkü ben bir tahtayım! Aman... ağaç işte!

(Geleceğe) Mektup II

$
0
0
Sevgili Oğlum,
Eat your vegetables. Don't play with matches. Finish your homework. RESPECT WOMEN.
(Sebzelerini ye. Kibrit ile oynama. Ödevini bitir. Kadınlara karşı saygılı ol)
Sana nicedir yazmak istiyordum bu konuda. Bir türlü kelimeleri toparlayamadım, araya başka işler girdi. Sonra geçen gün birşey oldu ve bana bir işaret verdi. Vakti gelmiştir artık diye düşünüyorum. Annelik işte. Öğütlerde bulunmadan rahat edemiyoruz sanırım ama, güzel oğlum, bu konu önemli.
Bilirsin. Seni çok severim. Hep söylüyorum, sadece oğlum olduğun için değil; olduğun kişi için de seni çok seviyorum. Akıllısın, espirilisin, temiz bir yüreğin, iyi niyetin var. Fakat, çok büyük bir eksiklik var hayatında: sana kadınlara nasıl davranman gerekeceğini gösteren bir erkek yok ne yazık ki. Ne baban ne de dedelerin sana iyi örnek olamayacaklar. Onlardan nefret et diye söylemiyorum bak bunları, netice de herkes hata yapar ama onların hatasından ders çıkarmalıyız. Babaların günahlarını oğullar öder derler. Sana bunun olmasını istemem. Bak yanlız kaldı dedenler de baban da! Ne yazık ki çocukları da eşleri de yanlarında değiller. Bunun sebebi ne biliyormusun? Kadınlarına, çocuklarına davranışları! Erkekiz biz dediler her türlü yanlış davranışı hak gördüler kendilerine ne yazık ki!
Bak oğlum, unutma: karşına kim çıkarsa çıksın, önce insan olduğunu fark et karşındakinin. Sen nasıl mutlu olabiliyorsan, üzülüyorsan, canın acıyabiliyorsa, heycanlanıyorsan, korkuyorsan; başkaları da aynı şekilde bu duyguların hepsini yaşayabiliyor. İster kadın olsun, ister erkek; Allahın yarattığı tüm kulların iyisiyle kötüsüyle hataları, hayalleri, ümitleri var. 
Ama sana bir erkek olarak başka başka sorumluluklar biniyor. Bana da kadın olarak. Ben nasıl baba olamıyorsam, sen de anne olamazsın. Etrafında sana, sen büyüdükçe, erkek olman ile ilgili bir çok şey anlatan insanlar olacak. Sana "ağlama erkeksin" de denilecek, "erkek adam güçlü olur" da. Evet, genelde toplum tarafından hoş karşılanmaz mıymıntı bir erkek ama inan mıymıntı ve huysuz bir kız da toplum tarafından sevilmez. Duygularını onları anlayabilecek insanlar ile paylaşmanı tavsiye ederim. İnsanoğlu karmaşıktır. Bazen, bazı insanlar senin duygusallığını sana karşı kullanabilirler. Ben kız olduğum için benim ağlamam normal de senin ağlaman anormal mi? Yok hayır. Bende istemiyorum her üzüldüğümde her yerde ağlamayı ama farkettim ki bu beni zayıf gösteriyor. Senin için de aynısı geçerli.
http://media-cache0.pinterest.com/upload/193021533999258174_5KW2ezSA_f.jpgHaberlerde çok duyuyoruz, okuyoruz. Eşlerini, eski eşlerini, çocuklarını döven babaları, erkekleri. Unutma hiç bir insan'a, hele hele bir kadın'a el kaldırılmaz. Biri sana saldırırsa, o zaman işin yüzü değişir. Sen sabırlı ol güçlü ol. Kuvvetini önce aklın ile yönet. Hele hele senden kuvvetsiz bir insana vurmak çok büyük günah. Gerçek bir erkek, güçlü bir insan; kızgınlığını kontrol edebilmelidir. Seni üzecek her olay karşısında kızarsan, yavaş yavaş sinirin içini eritir. Belki bir gün bir kız arkadaşın seni çok üzecek, damarına basacak. Sen asla ama asla el kaldırma. Bu seni daha güçlü bir erkek yapmaz, zayıf bir insan yapar unutma. Ne kadın ne de erkek, kimse ile problemini şiddet ile çözemezsin. Sen akıllı bir insansın, sınırlarını iyi belirle ama ezdirme de kendini.
Büyüdün artık. Sana anlatmıştım daha küçükken kuşlar, böcekler hikayesini. Bebeklerin nereden geldiğini yani. Zaman gelecek kız arkadaşların olacak. Bazen yenileceksin hormonlarına. Ama yine unutma, arzularını sevgi ile birleştirdiğinde sen gerçek bir insan olursun. Sakın bir kıza, sırf hormonlarına yenildiğin için, onu sevdiğini söyleme. Sakın bir kıza sadece canın öyle olsun istiyor diye oyalama. Duygularından emin ol. Bedenini aklınla yönet. Rica ederim saçmalama. Koca adam dinlemem alırım ayağımın altına! 
Canım benim. Görüyorsun işte beni. Hep açık davrandım sana. İnsanların davranışlarını, bunların nasıl bana ve çevremdeki başka insanlara ve hatta kendilerine nasıl zarar verdiğini hep anlattım sana. Kendime acımak için değil, sen anla diye idi hep bunlar. Bir insanı nasıl fiziksel veya zihinsel engeli için hor görmüyorsan, cinsiyetinden dolayı da ezme. Sen erkeksin diye daha üstün değilsin. Bu konuda anlaştık umarım!!!
Oğlum. Büyüdün koca erkek oldun. Adam ol. Anası da yetiştirememiş dedirtmem bak. Nazik ol. Karşındaki kim olursa olsun, kadın veya erkek, dinlemeyi öğren. Saygı görmek istiyorsan, saygı duymayı bil. İleride babalık ve kocalık görevleri konusunda da nasihatlarım olacak tabii. Dinleyip dinlememek sana kalmış. "Ben kesinlikle asla ve asla evlenmeyeceğim" dediğin videoyu düğününde herkes ile paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Allah bana o günleri de gösterir inşallah.
Seni çok seven,
Koca kadın 
Annen :)

Lolipop

$
0
0
Stresten olsa gerek 2 senedir olmadığım kadar sık hasta oluyorum. Küçükken annemler en ağır boğaz enfeksiyonunda bile tentürdiyot ile gargara yapmanın en iyi tedavi olduğuna inanıp bize antibiyotik vermedikleri için bünyem şükürler olsun ki sağlamdır. Halen daha çok mecbur olmadığım sürece ilaç kullanmam (keza 1 yıllık anti-depresan kullanımı ile o hakkımı fazlasıyla doldurdum bence, hiç eskisi gibi olmadı bünye). 3 senedir de ara ara faranjit oluyorum. Geçen hafta feci derecede yorgundum, çarşamba günü boğazım gıdıklanmaya başladı, perşembe günü sesimi kaybettim. Hem bu nedenle hem de hava muhalefeti ile dağ tırmanma planını erteleyerek, hafta sonunu evde geçirdik.
Tatillerin başlamasında ve karnesinin şükürler olsun ki, harika olmasında olsa gerek; oğlumun neşesi pek yerinde. Çok sevgi dolu, 1 sene önceki o tatlı çocukluk haline geri döndü. Devamlı beni öpmek, sarılmak, yanımda uyumak istiyor. Sürekli bir şeyler anlatıyor. Okulda olanlar, çizgi filmler, dinozorlar, uzaylılar, yaptığı resim, yaptığı araba, "yeni bir yemek üretelim", "anannem ne zaman gelecek", "anne bak bilgisayardaki oyuna - şimdi ev yaptım, sana da öğreteyim", "su isterim", "jel yapalım", "anne nar, anne yemek, anne çikolata, anne süper kahraman olalım...." durmadı.
Diyaloglarımız ilginç oldu:
Çocuk (yerinde duramayarak): Anne bak şimdi ben bu masa örtüsünü boynuma bağladım. Benim gücüm uçmak, güç seviyem 86 seninki ne???
Anne (iki büklüm olmuş): öhö öhö öhö öhö
Çocuk (oda içerisinde koşuşturarak): Anne sende bak bu örtüyü bağla, şimdi senin merkezin mutfak olsun benimki salon, anne bak şimdi sen git oraya...
Anne (nefessiz): öhöhöhhöhööh oğlum öhöhöhö bir saniye öhöhöhöh....
Çocuk (kıpraşıyor, koltuğun üstüne tırmanmış, inmiş, zıplıyor, koşuyor): Anne senin yardımcın kim olacak? Şimdi sen merkezinde hangi güçleri geliştireceksin? Anne gökyüzü neden mavi biliyormusuuuuunnnn???
Anne (surat morarmaya başlamış): öhöhöhöhöhöhöhö oğlum du geleceğim...öhöhöhöhöhö
Çocuk (gözler çizgi film karakteri gibi kocaman, kirpikler yelpaze gibi bir aşağı bir yukarı): Anne sesin kısıldı... sen en iyisi konuşma bak daha kötü olacak sonra. Hatta bende konuşmayayım 
Elleri ile hareketler yapar, hararetli ve hareketli.
Anne: öhöhööhöhö anlamıyorum oğlum benim sesim kısık sen neden konuşarak anlatmıyorsun?
Çocuk elleri ile "anne sus" hareketi yapar el işaretleri ile anlatmaya devam eder. Bir yandan sırıtır!
Anne elinde değil güler ama pek yorulmuştur. Mide kasları ağrır öksürmekten. Bu arada etrafta da kimse yok ki oyalasın oğlunu, çocuk da haklı sıkıldı, ilgi ister. Yılgınlıkla kendisini koltuğa atar!
Tam o sırada çocuk anneye sarılır:
"Anne bu dünyadaki en çok sevdiğim insan sensin"
Mutluluk, huzur, ses kısılmasının, hayatta geri kalan her şeyin önemsizliği, bu şekilde geçen 15 saniye ve...
"Anne beraber lolipop yapalım mı?"
Anne dinlenemeyeceğini kabul eder, kalkar, zencefilli lolipop yapar; madem yapılacak, bir işe yarasın :)
Bu da pazartesi neşesi olsun!!

Dört Gün

$
0
0
Annem gelecek. Oğlum çok mutlu. Beraber bir kaç gün geçirecekler. Belki izin alacağım ben de onlarla 2-3 gün geçireceğim. Gezeceğiz dağ, çarşı, deniz kenarı.
Dün babası aradı. 1 hafta onda kalmasını istiyor oğlumun. "Annem gelecek bu hafta, haftaya bakarız" dedim. Pek istemiyorum yollamak ama ne yapabilirim ki.
Telefonu kapatınca, "Baban onda kalmanı istiyor bir hafta" dedim.
"Tamam" dedi. Komşunun verdiği sarmayı yiyor, TV izliyordu. Kafasını çevirmedi bile. 
Son noktaya gene oğlum koydu. 
Döndü bana; "Anne! Dört gün kalırım, eve dönerim" dedi. 

Teşekkür - Bölüm I

$
0
0
Hayatımdaki bazı erkeklere teşekkür etmek istedim.
İlk teşekkür babama: Anneme kraliçe gibi davranmak yerine, onu hırpalayarak kızgın, depresif, yalnız ve ümitsiz bir insan haline getirdin. Onun, esasında senin yüzünden oluşan bu sonsuz mutsuzluğu için, hep beni suçlamasına sebep oldun. Bize babalık yapmaktan anladığın sessiz ve diken üzerinde yürüyen, devamlı korkan çocuklar haline sokmaktı. Sayende oğluma sesini özgürce kullanmayı öğrettim. Derdini kavga ile değil, konuşarak anlatmayı öğrettim. Varlığı eksik ve yalandan olan bir babanın vereceği zararın, gerçekte fiziksel olarak uzakta olan bir babadan daha büyük olduğunu öğrendim.
İkinci teşekkür eski kocama: Tüm mental handikaplarına rağmen sağlıklı ve zeki bir evlat doğurmama katkıda bulundun. Her ne kadar sayende anneliğin yanında asla yapmak zorunda kalmayacağımı düşündüğüm babalığı yapmak zorunda kalsam da, bana dünyanın en güzel duygulardan birinin; gözlerini yeni yeni net bir biçimde kullanmaya başlayan bir kaç haftalık bir bebeğin, annesini ilk defa uzaktan tanıyıp bilinçli bir biçimde heyecanını ve mutluluğunu ifade ettiğini görmek olduğunu gösterdin. 
Eskiden arkadaşım olan bir erkeğe: Abi sağol. Senin bağlanma korkuların, konuşmama isteğin, benim senin soğuk ve mesafeli tavrına kendi duygularıma rağmen saygı duymaya çalışma süreci bana bir erkek tarafında asla ve asla görmek istemediğim davranışların ne olduğunu öğretti. Zamanında çok utandım sana açıldığım için ama ne iyi olmuş. Bu kronik duygusuzluğun ve yalnızlık sevgisi ile kamufle edilmiş korkunun aslında ne kadar uzak durulması gereken bir şey olduğunu öğrendim. Ayrıca oğluma da ona aşık olan ama kendisinin değer vermediği bir kızı oyalamaması gerektiğini, şartlar ne olursa olsun gerçekleri söylemesinin en onurluca şey olduğunu öğreteceğim. Erkeklerin gerçeklerinin sözlerinde değil, davranışlarında olduğun öğreteceğim.
Bu Elektra kompleksi değildir. Ciddi bir hayattan ders alma çabasıdır. Sınavdan geçilmiştir, bu hatalar yapılmaya bırakalı çok olmuş, ders içselleştirilmiştir.Bu kişilerden çok şey öğrendim. Erkek çocuk annesi olarak öğrendiklerimi en iyi şekilde uygulayacağım keza hayatımda nice etkisi olan bu insanlardan aldıklarım çok, çok iyi bilgiler. Verdikleri dersler bakımından kimsenin bendeki değeri bir diğerinden fazla değil. Kızgın değilim ve öyle gibi gelse de, kindar hiç değilim. Aksine canı gönülden hepsini çok sevdim ve iyi anlarını çok özlüyorum. Ödüllendirilmeleri lazım. Aslında ödülü tek bir kişiye vermek haksızlık olurdu ama ben babama layık görüyorum...neticede bu filmdeki esas etkin karakter, hikayenin önemli bir kısmını belirleyen, seçimleri düzenleyen baş rol oyuncusu kendisi.Çok sağol baba.

Tanımadığım Çamaşırlar

$
0
0
Geçen gün oğlumun çekmecelerine temiz çamaşırlarını yerleştirirken, daha önce görmediğim bir t-shirt ile karşılaştım. 3-4 hafta önce de üzerinde ilk defa gördüğüm bir kazak ile eve gelmişti. Bekar anne iseniz ve çocuğunuz arada baba ve baba akrabaları ziyaretine gidiyorsa, bu alışmanız gereken bir durum oluyor. 
Ben elimde, kendimin asla almayacağı ve oğlumun da sevmeyeceğinden emin olduğum t-shirt ile dururken; oğluma aldığım ilk çamaşırlar, babası ile aldığımız ilk minik çorap ve tulum takımı ile ne kadar heyecanlandığımızı hatırladım. Sonra da geldiğim noktaya baktım. Alt tarafı bir t-shirt ama oğlumun babasını ve özellikle babannesine ziyaretinden sonra gelen kirli çamaşır yığınını, bu t-shirt'e yaptığım gibi kah hüzünlü, kah kızgın bir muamele çekiyorum. Bir an geçmişe dönüyorum sonra bulunduğum noktayı hatırlıyorum. İlk heyecan ile yeni anne baba olacak çiftin heyecan ile yaptığı bebek alışverişinden, bir birlerini artık tanımayan iki insanın ortak noktalarının bir çocuk olup da, o çocuğu birbirlerinden ayrı, farklı bakış açıları ile büyüttüklerini düşünüyorum. Ortak karar ile alınan bebek tulumu, gün geliyor baba evindeki çamaşır ile anne evindeki çamaşır oluveriyor. "Yedek pijama koydum" diyorum, "bizde varpijaması" diyor. Yeterince temiz mi o pijama, kumaşı yumuşak mı ki hı?
Oğlumun dışarıdaki ziyaretlerinden sonra bize gelen çamaşırlar daha eve girer girmez çantası ile çamaşır makinesine gider ve içeriği, temiz veya kirli, makinenin içine boşaltılarak yıkanır. Kendimce negatif enerjiden arındıramadığım, yıkanıp iyice kurumayan hiç bir çamaşır oğlumun dolabına giremez. Bazen, geçen sefer olduğu gibi, çantayı boşaltma işlemini oğlum yapıyor. Hiç giymediği ve bu nedenle temiz saydığı çamşır çekmeceye tıkıştırılyor, geride ne ne varsa makineye atılıyor.
Saymak bile istemediğim kadar çok seferde de babasının bir çamaşırı çıkıyor makineden, yıkanmış ve benim asmamı bekliyor. Eskiden çok iyi tanıdığım ama artık benim ile yaşamayan bu yabancı adama ait benim ona aldığım bir eşofman altı veya oğlumun olamayacak kadar büyük olduğu için babasına ait olan ve üzerine "bekarım mutluyum"  "Viva Brezilya" v.b. sloganlar yazan hiç görmediğim t-shirt'ı makineden ıslak ıslak çıkardığımda direkt siyah bir çöp poşetinin içine koyup kapının önüne bırakıyorum. İyi günümdeysem kurutup çöp konteynırının kenarına askı ile asıyorum, ihtiyacı olan kağıt toplayıcısı alıp gidiyor.
Tamam kibarım, barışçılım da adamın çamaşırlarını yıkayıp, ütüleyip de geri yollayacak kadar değil. Koca herif! Kendi çamaşırlarını da kendi yıkasın. Neden çocuğun çantasına koyuyor ki! Ya da, daha da kötüsü, nasıl bir düzensizlik içerisinde yaşıyor ki kendi pis çamaşırı ile çocuğunkiler iç içe!
Ayrıca, oğlumun neyi giyip giymeyeceğinden hiç mi hiç anlamıyorlar. Mavi, kırmızı yakalı, bisiklet resimli t-shirtmış peh! Ben alıyorum ki zaten ona istediği gibi kuru kafalı, canavarlı t-shirtler.
Viewing all 174 articles
Browse latest View live