Quantcast
Channel: Bekar Anne
Viewing all 174 articles
Browse latest View live

Sevgililer Günü, Annesinin Sevgili Gülü

$
0
0
Bir çok çift için günlerden en telaşlı ve nadidelerinden sayılan sevgülüler gününüzü erkenden kutlamak istedim. Bir hikaye ile başlayalım bu günün önem ve ehemmiyetini ve bana öğrettiklerini sizlere aktarırken.
http://media-cache-ec5.pinterest.com/originals/7b/71/71/7b7171e6f2fe2d1ffb40734dd62663e4.jpg
Kaynak
Efendim bilirsiniz belki; değerli filozof Eflatun'un Sempozyumunda Aristofanes'e anlattırdığı bir ruh eşi hikayesi vardır. Bu hikayeye göre bedenleri top gibi yuvarlak, iki kolu, iki bacağı, başlarının iki tarafında gözü, burnu ve ağzı olan insanlar yaşarmış. Bunların erkeği güneşin ve dişileri de toprağın çocuklarıymış. Bundandır ki bedenleri top gibi yusyuvarlakmış. Bir de üçünce bir cins daha varmış. Bunlar da her ikisinin birleşimi olan, bir tarafları dişi diğer tarafı erkek olan ve ay'ın çocukları olan Androjenlermiş. Bu 3 insan cinsi de çok güçlüymüş. Tanrılar bunların bu gücünden hiç mi hiç hoşlanmazmış ama sunaklarına bıraktıkları hediyeler ve inançları yüzünden, devlere yaptıkları gibi, onları yok etmek istemezmiş. Bir gün en büyük tanrı Zeus yıldırımı ile bu top gibi yuvarlak olan insan bedenini tam ortadan ayırmış. İnsanlar böylece tek bedenden 2 bedene ayrılmış. Bu nedenle hep ruh ve beden eşlerini aramakla geçirirmiş insan. 
Bu hikaye esasında çok uzun ve çok detaylı. İnsan zihninin çevresinde gördüğü ve yaşadığı doğal olayları nasıl açıkladığını merak ediyorsanız, mitoloji seviyorsanız okuyun derim. Biraz da romantik de bir bakış açısı.
Fakat anne olduktan sonra öğrendim ki, ruh eşi diye bir şey yoktur. Bunu söylememin sebebi kötü ilişkiler yaşayıp başımdan boşanma geçtiğinden değil. Bulduğumuzu sandığımız aşkın ansızın kaybolabileceğini bildiğim gibi, gerçek aşk'ın varlığını da bilirim ve elbette ki inanırım ama insanın çocuğu için hissettiği sevgi... işte o bir ayrılış ve sonrasında bir ömür boyunca süren bir arayıştır ki, tarifi mümkün değil. Gerçek bir 'ruhtan ve bedenden kopup gitme' duygusudur.
İster biyolojik olarak karnınızda, ister bir düşünce veya umut olarak yüreğinizde yani bedeninizde taşıdığınız, koruduğunuz evlat gün geliyor bedeninizden ayrılıp gidiyor ya; bu öyle bir his ki yaşayan anlar. Evladınız sizden büyüyüp uzaklaştıkça o eksiklik duygusu daha da yoğun basıyor insanı. Çocuğu yokken yanında, insan hep eksik kalıyor sanki. Tek başına veya dostlar ile yenilen güzel bir yemeğin tadı tam olmuyor misal, onunla paylaşamıyorsunuz ya. İçinizde bir yerde, keşke "o da olsaydı da yeseydi" ya da "muhakkak onu da getireceğim buraya" diyorsunuz. En rahat olduğunuz, çalıştığınız veya en alakasız bir vakitte bile, "acaba nasıl" sorusu geçer içinizden. Kaçımız gece uykusunu uyuyan çocuğumuza bakmak için sevdiği film'i, kitabı veya dizisini bırakıp durduk yere kalkıyoruz? 
Aşk'a inancım büyüktür keza iflah olmaz bir romantiğim ama ruh eşini bulma telaşını, bulunca kaybetmeme telaşını çok ağır hissedenler bilmez daha da ağırı olduğunu. Benzemez o telaş anne olmanın verdiği telaş'a. Daha henüz başlarına nelerin geleceğini bilmiyorlar. Çok daha güzeli var sırada. Hele hele bir de sevdiği ile paylaşılıyorsa ebeveynlik, mükemmel oluyor işte hayat o vakit (Sadece çocuklara fazla çaktırmamak lazım hayatınızın en az %90'ının onların etrafında döndüğünü, şımarıyorlar yoksa).
Yine de güzel bir konsept ruh eşi hikayesindeki, sevgililer günü vesilesi ile hatırlamış oldum Eflatun'u.
Bu da sevgülülere gelsin:
Bu arada sevgilisinin almış olduğu ama tüketemeyeceği çikolataları olan varsa gayet de bana yönlendirebilir, aklınızda bulunsun.
...
...
Yok mu kimse?

Sen. Sen Var Ya Sen...

$
0
0
Bomboş kaldı yatağım yıllarca,
gitmek bile istemiyordum o odaya.
Soğuk ve yalnız gecelerdi tek daveti.
Ne işim vardı ki benim o yatakta?
Tek başıma!
Kalorifersiz ev,
klima da bozuk. 
Ümidimi kaybetmiştim, çok üzgündüm
Sıcak bir yuvaya
belki baharda kavuşurum diye dua ettim aylarca. 
Sonra sen geldin.
Hayallerimdeki gibiydin.
Varlığınla, şu yalnızlıkta soğuktan titreyen bedenimi ısıttın,
beni bana hatırlattın.
Ellerim, ayaklarım kavuştu sonunda 
sıcacık varlığına.
Seni asla bırakmayacağım.
Seni çok seviyorum
sıcak su torbam.

Evlimisin, Bekarmısın?

$
0
0
Bilirsiniz, doktor'a gittiğinizde ilk önce temel soruları sorarlar: "Şikayetiniz neydi?", "Kaç yaşındasınız?", "Evlimisiniz, bekarmısınız?".
Son soruya haliyle cevabım "bekarım" oluyor. 
Sonra bekliyorum...
Doktordan ses çıkmıyor, not alıyor.
"Ama 10 yaşında oğlum var" diyorum. 
Bu arada; devamlı kullandığım ilaç var mı, daha önce ciddi bir ameliyat veya hastalık geçirdim mi, aile de ne hastalıklar var sorulmuyor! Evlimisin, bekarmısın? Beni ve 33 yıllık sağlık geçmişimi tanımlayacak olan tek bilgi bu sanki; medeni halim! Belki manik depresifim, lityum kullanıyorum. Belki cinsiyet değiştirdim! Evlimisin, bekarmısın!!
Bu sadece jinekoloji uzmanında değil, ürolog, genel cerrah ve en son da endokrinolog'da da aynı şekilde oldu.
Yahu kadın değilmiyim ben. E 16 yaşında gibi de durmuyorum (keşke ama). Sorsanıza çocuğun var mı, hamile olma ihtimalin var mı diye doğrudan. Neden medeni halimi soruyorsun doktor. Kibar olacağım diye bana ekstra açıklama yapmak zorunda bırakıyorsun.
Soracağım ama bir daha doktoruma gittiğimde. Evli, bekar sorusu niye. Hangi çağ da yaşıyoruz efendim, insanlar beraber yaşıyor artık evlenmeden çocuk yapıyor diye düşündüğümden, savunacağımdan değil. Ben huzursuz oluyorum zaten fiziksel özelime buz gibi steteskop, iğne ve lastik eldivenleri ile müdahele edecek olan bu çok özel meslek sahibi saygıdeğer insanlara ayrıca sebepsiz yere (medeni) özelimi de açıklamak zorunda kalmaktan.
Sonraki yorum...
"Hmm. Söyledikleriniz stres kaynaklı olabilir!"
Neden? Mutlu bir (bekar) anne görmek çok mu zor. Hayır efendim fiziksel bir problemim var yardım edin.
Cevabım "Hayır, ben stres kaynaklı rahatsızlıklar geçirdim. Bu farklı bir durum. Şu anda depresyonda olmam için hiç bir sebep yok ama kendimi fiziksel olarak iyi hissetmiyorum."
Mutluyum efendim, lütfen işinizi yapınız!
Testler, testler.
"Evet. B vitamininiz düşük. Birde hormonlarınız."
Ya doktor... gereksiz bu kadar konuşma yapmamalıydık.
Fiziksel sorun olmasaydı da öyle sorsaydın medeni halimi, depresyonumu. Oradan da yollasaydın psikolog'a.
Ben mi aptalım da anlamıyorum. Ya da B12 düşük de ondan mı çok alınganım! 
...
Ayrıca boşandığımdan beri çok daha medeni bir haldeyim efendim!

Bekar Anne Olarak İş Aramak

$
0
0
Ben şu anda çalıştığım iş yerine evliyken başlamıştım. Burada yaşadığım sıkıntıları, eski koca mevzularını çokça yazdım. Yazdım, yazdım sonra da oturdum düşündüm ve işimi de şehirimizi de değiştirmeye karar verdim. Kolay olmadı ve bu karara varmam aylarımı aldı. Burası küçük, steril ve rahat bir yaşam sundu bize. Doğası güzel, dostlarımız var. Öyle veya böyle oğlumun babası da burada. Fakat en büyük ödüller en rahat kazanılan değil, uğraşı ve çaba gerektirir mantığı ile iş aramaya başladım. Henüz istifa etmedim keza şu anda şehir değiştirmem için oğlumun okulunun bitmesi ve benim de o sürede taşınma için para biriktirmem gerekiyor. Fakat istifa ve ihbar süremi çalıştıktan sonra uzun süre işsiz kalama lüksüm yok. Bende dün itibariyle CV'imi güncelleyip birkaç yere başvurdum. İnşallah hayırlı bir iş bulurum.
Şu anda yaptığım iş dış ticaret olduğundan arada sırada da olsa, seyahat gerektiriyor.Bu işe devam edersem daha fazla seyahat'i göze almam gerekecek ki burada iyi kötü bir destek sistemim varken, başka bir şehirde bu da olmayacak. Ayrıca, oğlum büyüyor. Çok aşırı yoğun çalışıp onun çocukluğundan kalan bu son günleri ve psikolojik olarak en sakin ve sağlam olmam gereken erken dönem gençlik günlerini iş içinde kaybolup kaçırmak istemiyorum. Saatleri sabit, cumartesileri ve resmi tatil günlerinde çalışmak zorunda kalmayacağım bir iş hayal ediyorum. Var biliyorum, öyle yerlerde çalışan arkadaşlarım var. Çok para kazanmak gibi bir amacım yok; normal masraflara ek olarakoğlumun kursuna, kitabına ve arada bir seyahat etmemizi sağlayacak miktarlar bana yeter.
Bir çoğumuz gibi ben de iş aramaya kariyer.net ve yenibiris.com sitelerinden başladım. Her ne kadar kariyer.net'de çok daha fazla iş olanağı görsem de yenibiris.com'daki CV formatı çok daha fazla hoşuma gitti. Nicedir hep şikayet ediyorum ya, evlimisin, bekarmısın sorusundan, bu konu kariyer.net deki CV oluşturma kısmında da karşıma çıktı. Medeni halimi beyan edebiliyorum ama çocuğum olduğunu yazamıyorum CV içerisinde. Yenibiris.com da ise medeni halinin yanı sıra, kendiniz ile ilgili ek bilgi girebildiğiniz alan ve orada "çocuk var mı" sorusu var.
Tabii uzun yıllar boyunca yaptığım ticaret işinden (7 yıldır ve bunun 3 yılı da müdürüm) sonra daha düşük bir pozisyonda (departman asistanlığı, yönetici asistanlığı, departman sorumlusu) iş arayışıma bir açıklama getirmek zorundayım başvurduğum yerlere. Buna uygun bir ön yazı hazırladım. Oğlumun okul ve kültürel eğitimi için büyük bir şehire yerleşmek istediğimi, bu neden ile iş aradığımı ve çocuğuna tek başına bakan bir ebeveyn olarak, seyahat gerektiren iş istemediğim için daha alt bir pozisyonda çalışmayı arzuladığımı belirttim. Daha önce bir iki kere yaptığım iş başvurularında, başvurduğum pozisyonların deneyimlerime uygun olmadığını belirten kibar ama aynı zaman da "müdür olmuş bir insan neden asistan olmak istiyor, kesin bir tuhaflık var" mesajı kokan cevaplar almıştım. Umarım bu sefer neyi neden yaptığımı anlayıp, o şekilde değerlendirirler başvurumu. Umarım bir kusurum olduğunu düşünmezler, benimle görüşmeden herhangi bir yargıya varmazlar. Kabul edelim ki düzgün, kurumsal bir firma da müdür olmak demek gece gündüz çalışmak, özel hayatını ikinci plana atmak demek. Yanılmıyorum değil mi? Otomatik, yeteneklerimi geliştirmeyen ve düşünmemi gerektirmeyen bir iş'te çalışmak istediğimden değil ama biraz nefes almak istiyorum artık. Oğlum ile hayatın tadına varmak, devamlı yorgun olmamak istiyorum. İşim hayatım olmasın, hayatımdan aldığım enerjiyi pozitif bir biçimde işime taşıyayım istiyorum.
Esasında çalışıyorken iş aramak hiç hoşuma gitmese de artık mevcut iş yerimden çok fazla bunaldım ve ne yazık ki bu sefer önce işverenimi düşünme lüksüne sahip değilim. Amacım en azından resmi istifamı vermeden evvel 1-2 görüşme yapıp piyasa ve maaş yoklaması yapabilmek. Kesin ayrılacağım o ayrı!
İstifa ettikten sonra ümidim hemen yeni bir iş bulabilmek ve evi de yeni işime göre tutabilmek. Böylece lojistik problemimizi minimum'a düşürmeyi hedefliyorum (ön yazımda bunu da yazdım, nerede isterseniz, en yakın lokasyonda yaşarım dedim). Eğer Allah yardım eder de iş ve okul kapanışı aynı zaman'a denk gelirse çok mutlu olacağım. O zaman rahatlıkla ev ve eşya mevzusuna bakacağım. 
Tek başına çocuk bakıyor olmak insanı çok daha pratik olmayı zorluyor.  Gelirimin büyük bir kısmını güvenliği olan bir yereharcamayı planlıyorum keza oğlum burada olduğu gibi tek başına okula gidip gelecek. Büyük şehir tehlikeleri beni tedirgin ediyor, kafam rahat olsun site de yaşarız diyorum.Daha küçük bir yaşam alanını tercih etmek zorunda kalabiliriz buda buradaki her eşyayı taşıyamama anlamına gelir. Küçük 1+1 bir evde benim kendi odam olmaz ama en azından çocuğun kendine ait alanı olur, o da yeter şimdilik. Belki de bakıcı veya etüd opsiyonlarını yeniden değerlendirmek zorunda kalacağım ki bu oğlumun hiç hoşuna gitmeyecektir. Şu anda çok bağımsız ve kendi kendini idare eden bir çocuk oldu.
İş aramadaki en önemli konu olan maaş konusu da iş görüşmelerinde beni çok sıkacak. Herhangi bir maaş'a çalışamayacağım gibi, işverenimin benim maaşımın tek başına hem benim hem de onun ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda olması gerektiğini anlaması gerekecek. Evli ve bir aileyi geçindiren 2 yetişkinli aile yapımız yok. Ben çalışacağım, oğlum okuyacak. Piyasada genç, bekar ve çok daha az maaşlara razı olacak insanlar varken beni kim ne yapsın fikrini kafamdan atmaya çalışıyorum. Çok iyi bir işi, maaşı düşük diye reddetmek, çok da fazla hoşlanmadığım işi lokasyon ve maaşı nedeniyle kabul etmek zorunda kalabilirim. Keza mevcut kariyer'i arttırmaya değil, daha farklı ve daha sakin bir iş hayatına yönelmeye çalışıyorum. 33 yaşında biraz sıfırdan başlamak gibi olacak.Fakat, daha önce de arabasız ve parasız yaşadığımdan dolayı çok korkmuyorum. Ders veririm gerekirse, tercüme yaparım... bilemiyorum bulurum birşeyler eminim ama ne yalan söyleyeyim tek başına bunu yapıyor olmak biraz korkutucu. 
Durum böyle arkadaşlar. Çok da ileriyi düşünmeden, akılımla ve hislerimle hareket ediyorum. Olursa süper olur, olmazsa da o zaman bakarım.
Biraz müzik. Çocukken 100 kere izlediğim "Sound of Music" filminden "I have confidence - Kendime güvenim var". Çok uygun oldu konuya.

Bu da bir kısmının tercümesi:


Bu günüm nasıl geçecek, merak ediyorum.

Geleceğim ne olacak, merak ediyorum.
Dışarıda bu dünyda, özgür olmak heycanlı olmalı.
Kalbim heyecanla neşelenmeli
Ama neyim var benim?

Tüm kuşkularımı ve kaygılarımı durdurmalıyım.
Eğer durduramazsam biliyorum ki döneceğim.
Aradığım şeylerin hayalini kurmalıyım,
Sahip olmadığım cesareti arayacağım.
Onlara güven ile hizmet etmek,
Hatalarım ile karşı koymadan yüzleşmek.
Onlara değerimi göstermek
Ve gösterirken onlara tabii
Kendime de (göstermek).

Ve inanın bana her adım ile daha eminim
Herşeyin yolunda olacağından.
Güveniyorum dünyanın benim olabileceğine.
Onlarda kendime güvendiğim konusunda
bana katılacaklardır.
Güç, sayılar da değil
Güç, para da değil
Güç, uyandığın günlerin gecelerinde
geçirdiğin huzurlu uykulardadır.

Dar Pantalon, Topuklu Ayakkabı ve Zincirler

$
0
0
Dün bütün gün şehir dışında iş toplantısındaydım. Sabah 4:30 da uyanmış, kargalar uyanmadan yola düşmüş, bütün gün toplantıda oturmuş, kafa patlatmış, gece de geç vakit eve dönmüştüm. Ayaklarım şişmişti, patron toplantı başında bilgisayar kablosunda kızıp ağıza alınmayacak küfürler etmiş, toplantı ortasında sinir krizi geçirip onca insanın arasında herhangi bir kusurum olmadığı halde bana bağırmış ve ben bütün bunların üzerine çok aşırı sıcak ama küçük bir uçağın içinde pencere kenarında koca cüssemle cama yapışıp eve ulaştığım anda üzerimden çıkaracağım dar pantalon ve topuklu ayakkabılarımdan sonra giyeceğim ve güneydeki şirin köylerden birinden aldığım tiril tiril, serin mi serin, minik çiçek desenli, temizlikten kalma çamaşır suyu lekeli şalvarımı hayal ediyordum.
Ki...
Aklıma geldi!!!
Eskiden iyi kötü koca vardı da havaalanına gittin mi, vardın mı, indin mi, geliyormusun diye arardı. Uçaktan indiğimde açtığım telefonda bir sürü mesaj beklerken beni, artık tık yok. Gece geç vardığım içinde oğlumu da alamadım, mecburen kaldı babannesinde. Gidecektim buz gibi eve. Açım ama nasıl. Üşeniyordum yemek yapmaya. Eskiden olsa adam iyi kötü yemek hazırlamış olurdu. Çocuk da öyle veya böyle evde olurdu, ev dağınık ve pis olurdu ama en azından sıcak olurdu. Uçağın camına yapışmış ben, bir üzüldüm kendime! Bir acıma, bir patetik haller sormayın.
Sonra uçak indi, patrondan ayrılıp, havaalanından çıkıp arabaya binerken tüm gün toplantıda ve uçakta hissettiğim o derin sıkışıkmışlık duygusunu hatırladım. Kalp atışlarımı sızlayan ayak parmak uçlarında hissediyor olmama, karnımdan açlık senfonisi sesleri yükselmesine, oğlumun durumunu merak eden yüreğim sızım sızım sızlamasına rağmen derin bir nefes çektim. 
İnsan rahatlık adına ne de kolay kabulleniyor sıkışıkmışlık duygusunu. Birileri vardın mı diye sorsun yeter ki yalnız olmayayım, aman çocuk babası ile olsun babasının çok ilgi göstermemesi çok da önemli değil, bir şeyler düzelince ilgi gösterir diye diye yıllarca olmadığım insan olarak yaşamışım, oğlumu da öyle yaşatmışım.
Olsun varsın uçaktan "indin mi" diyen koca telefonu olmasın. Olsun varsın bir gece daha evde yemek olmasın da tereyağlı ekmek yiyeyim. Olsun varsın oğlumla hemen o gece değil ertesi gün görüşeyim. Yeter ki kafam huzurlu, karnım doyuk ve evladım rahat ve güvende olsun. Yeter ki bir daha alışmayayım sıkışık yaşamaya.
Boşanmadan evvel annemin bana yolladığı bir hikaye var. Kime aittir bilmiyorum ama şöyle der:
Hayvanat bahçesine getirilen fil yavrularının ayağına kocaman, kocaman zincir bağlanırmış kaçmasınlar diye. Fil büyürmüş ama zincirleri kalınlaşmazmış. Zaman içinde kocaman olan yetişkin filler ayaklarındaki zincirleri hala yuvruyken algıladıkları gibi algılarlarmış. Gücünün farkında olmayan bu filler için zincirleri koparıp kaçmak çok kolay olabilecekken, artık onlar büyüklüğünün yanında iplik kadar ince ve kuvvetsiz kalan zincirler onlar için hala yavruyken ayaklarına bağlanan kocaman ve kalın zincirlermiş ve böylece ayaklarında ince zincirleri, onlara ayrılan yaşam alanları içinde yaşar giderlermiş. Bilmezlermiş isterlerse o zincirleri rahatlıkla koparıp ormanın içine kaçabileceklerini - özgürlüklerine.
Alışkanlıklarımız ise bu kocaman zincirlere benzer. Koparabildiğimiz anda; aslında ihtiyacımız olduğuna inandığımız ve güvenlik adına edindiğimiz alışkanlıklara çok da ihtiyaç olmadığını, onlar olmadan da yaşayabildiğimizi görebiliriz.
Yani kısacası üstümdeki pantalon şık, gri, beni uzun zamandır görmeyen kişilerden ne kadar güzel göründüğüme dair iltifatlar aldıracak kadar güzel sonuçta Zaradan ama dar, sıkı, nefes aldırmıyor. Diğer yandan lekeli ama bol, serin ve rahat şalvarımı çok seviyorum, ayrıca arkadaşım Nen de indin mi diye mesaj attı. 

Bahar Yangını

$
0
0
Çok isterdim çevremde gördüğüm güzelliklerin fotoğraflarını çekip koymayı buraya ama ne yazık ki yapamıyorum. Çok bariz bir şekilde ben olduğumu anlatan hikayeler yazdım ya buraya, direkt mekan-insan ilişkilendirmesi ile başıma nice bela açabilirim.
Ama var ya, bahar geldi ya... güneş açtı, havalar ısındı ya, denizin kokusu yükselmeye başladı, geçen yaz ortası bana güle güle diyen kuş bu sabah penceremde cıvıldadı ya, fotoğraflayıp buraya koyamıyorum diye içim içimi yiyor. 
Bir heyecan var içimde anlatamam. Yepyeni başlangıçlara mizansen olacak bu bahar bize. Bir özlem var içimde anlatamam. Oğlumun bebekliğini çok özlüyorum. Sanki elimden kayıp gidiyor çocukluğu. Bu özlemi derinden hissederken, kayıp olan bebeklik fotoğraflarından bir kaçını buldum dün gece. Gencecik bir anneymişim 23'ümde. Ay bir de şişko. 
Ne kadar mutluymuşuz babası ile yan yana üç kişilik ailemizin fotoğraflarını çektirmişiz. Fotoğrafları gören oğlum "babama da söyleyecekmisin bulduğunu" dedi. İçimden gelmedi söylemek. O kadar kırdı ki o adam beni, istemedim görmesini. Sonra da üzüldüm onun için. Geçmişte ne kadar mutlu olduğumuzu görünce, bugün üzülsün istemedim. Yaptığı hatalar, beni ve oğlumuzu hırpalaması, kendi hayatını darmadağan etmesine rağmen görüp de üzülsün, kayıplarına ağlasın istemedim. Yapamazdım. Ne de olsa geçmişimiz var o kadar hayal kurmuşluğumuz var. Canı acısın istemedim. "Çekerim ona da bir cd" dedim ama oğluma. Cevapsız bırakmak istemedim. Çocuk sonuçta kendisi için annesi ile babasının bir arada onun yanında durduğunu bilmek istiyor. Hakkı var. Bilmez ki babasının önceliklerinin farklı olduğunu. Acısının, kayıplarının hayatını değiştirmesine, ders çıkarmasına, daha iyi biri olmasına yetmediğini bilmez ki daha!
Bugün gelen bahar da biraz dün geceki hislerim gibi. Geçmişte, kış'ta, sıkışmış ama geleceğe yani yaz'ı bekleyen bir ferahlama hali gibi. Ne andırıyor ne onduruyor ama vadettiği sıcaklık yani umutlar heyecan veriyor. Kaybettiğim her bebeklik fotoğrafı için, parlak ve mutlu bir yaz anısı yaratmak için adım atacağım oğlum ile. Asla kayıp olmayacak bir yaz olacak bundan sonra benim ile geçireceği hayatı
İnşallah fotoğrafların kalanını da bulurum, en acı maddi kaybımdır. Her aklıma geldiğinde ağlarım ama şükür ki oğlum sağlıklı ve benim yanımda... şükürler olsun.

Yorgunum

$
0
0
Yorgunum ya.
Yemek yapmaktan yoruluyorum. Geceleri rüyalarıma ertesi gün yapacağım menüler giriyor. Dün gece buzluktan indirdiğim nohut ile geçen hafta pazardan aldığım ıspanağı karştırıp yemek yaptım rüyamda.
Fatura ödemekten yoruldum. Gün ortası "Eyvah su faturası" diye panik yapmaktan. Oğluma "Elektrikleri kapatmıyorsun evden çıkarken yazık oğlum, bir ton boşuna elektrik" demekten yoruldum.
İş arkadaşlarımın bitmez, tükenmez kaprislerinden yoruldum. Asistanınımın ona verdiğim işi unutmasından, söyleyincede surat asmasından yoruldum.
Patronumun beni ezmesinden yoruldum.
Eski koca'nın hafta sonu çocuğu alıp alamayacağını beklemekten, son dakika planlarından yoruldum.
Kaşlarımın iki parmak kalınlığa gelmesinden, zorla kaşlarımı aldırmaya gitmekten yoruldum.
Durup dururken kilo almaktan yoruldum, yorgunluktan spor yapamamaktan yoruldum.
Dur durak bilmeden, tatil yapmadan çalışmaktan yoruldum. Para yetecek mi diye düşünmekten yoruldum. 
Aynı eski kıyafetleri giymeye çalışmaktan yoruldum.
Nefes almayı bilmemekten yoruldum, nefes alamadığım için tutulan boynum ve soru işareti gibi kıvrılmış sırtımdan yoruldum.
Ama tüm bunlara rağmen, temizlik yapmaktan, evi içine çamaşır yumuşatıcısı karıştırdığım ılık su ile silmekten, yeni banyo yapmış oğlumu kucaklayıp, öpmekten, temiz çarşaf serilmiş yatağına yatırıp uyutmaktan ve yeni temizlenmiş salonumda film izlemekten, yazmaktan ve okumaktan yorulmadım.
Temizlik takıntısı olan keyif adamıyım - ne yapayım!

Kadın Olmak - Bir Bekar Anne Yorumu

$
0
0
Dün oğlum bana "Anne kadınlar günün kutlu olsun" dedi. Ben de "Hem bir gün erken hem de kuru kuru olmaz, yarın hatırla, çiçek veya resim ile gel!" dedim. Gaddar mıyım, hayır efendim. Özenli olması gerektiğini öğretiyorum, ne o öyle toplu atılan SMS mesajı gibi kutlama mı olurmuş. Diğer bir yandan kendimle çelişiyorum çünkü bence çok da abartılmamalı kadınlar günü. Zaten bir özel günümüz var diye geri kalan her gün bizim değilmiş mesajı veriyor ki bu durum hiç hoşuma gitmiyor. Daha hala 8 Mart'ın Dünyada Kadınların erkeklerin nezdinde ders çıkaracak nitelikte bir etkisi olduğunu görmedim. Farkındalık mı? Siz gördünüz mü 8 Mart'tan etkilenip "Ben bugün kadının önemli olduğunu öğrendim, artık söz vallah billah dövmeyeceğim, aldatmayacağım" diyen erkek? Bir gün kadınların, geri kalan her gün erkeklerin, az ile yetinebiliyor kadınlar v.b. mesajlarının verilmesine sebep oluyor bence. Çocukluğumdan hatırladığım reklamlardaki kocası gazete kuponu ile tabak takımı almış olan kadının mutluluğu gibi, veya deterjanı lekeyi çıkarmıyor diye yüzü asılan kadın gibi - kadını tek tanımlayan şey mutfak, moda ve "özel" günleriymiş gibi. 
Ne bileyim çalışan kadınlar günü olsun, tatil versin işyerleri. Evde çocuk bakan anneler günü olsun, devlet bir günlüğüne bakıcı versin kadın çıksın dolaşsın, eve geldiğinde yemek ve temizlik yapılmış, çocuklar yıkanmış ve uyutulmuş olsun, efendime söyleyeyim patrondan tantana yemekten bıkmış işçi günü olsun bir vadiye götürülsün orada bağırsın çağırsın stresini atsın. Bakın böyle kadınlar günü diyince "tamam durun bu gün bir takılsınlar da kafalarına göre, yarın bakarız çarelerine" mesajı veriyor inanın. Hatta bu sene 8 Martta kutaldık ya kadınlar günü, seneye 23 Nisanda kutlayalım sonraki sene 21 Aralıkta. Böylece kafalar karışır, ne zaman neyi yapacağımız belli olmaz, hep böyle bir tedirginlik "ya bugünmuydu kadınlar günü" "yok abi geçen sene nisanda kutlamadık mı" "bilmiyorum ki, biz en iyisi bugün de saygılı olalım başımız belaya girmesin" vs diyaloglar olur, ne güzel olur! Zaman için de hep kadın illa kadın olduğumuz durumuna alışır insanlar!
Bence biz hergün kutlayalım kadınlığımızı ama herşeyden evvel bizi tanımlayan cinsimiz değil, insanlığımız olsun!
Aaaa...evet, tabii bizler istersek minik, mucizevi insanlar yapabiliyoruz ama onun günü başka :))

Nafaka: Bekar Anne'nin Gurur Savaşı

$
0
0
Boşanırken eski koca'dan çocuk yardımı talep etmedim. Bu tip şeyleri düşünecek fırsatım olmadı. Sadece bir an önce boşanmak ve çocuğumun velayetini almak istiyordum ve uzun uğraşlar ve arkadaşımın yardımı sayesinde, sadece beni kontrol etmek amaçlı istediği velayeti bana vermeyi zorla kabul ettiği için çok rahatlamış ve tekrar arıza çıkarmaması için ne istediyse kabul etmiştim.
Benim boşanma anlaşmamda nafaka yok. "Gerek yok yazılmasına be zaten yardım edeceğim" demişti.
Hakim'i hatırlıyorum. Güçlü bir adamdı, yaşlı ama disiplinli. Belli ki bıkmıştı boşanma davalarından. Çok uğraşmıştı parçalanmış aileler ile, kalbi kırılmıştı sanki; tükenmişti. Zayıf bir adamdı, yanakları yüzünün içine göçmüş ve bundan dolayı ortaya çıkan kemikli hatları ile belki de olduğundan daha da sert görünen bir adamdı. Bana baktı, gözlerimin taa içine daldı. Kafama kazımak istiyordu bundan sonra söyleyeceklerini belli ki: "Kızım emin misin nafaka istemediğinden" dedi. "Evet efendim" diye cevap verdim kendimden emin. "Biliyorsun istersen ileride dava açabilirsin" dedi. 
Bilmiyordum, öğrendim.
2 sene oldu boşanalı. Yardım hiç gelmedi.... a pardon, günahını almayayım. 2 kere verdiği para ki 400 lirayı geçmez ve çocuğun cebine attığı bozukluklar var. Bir keresinde çocuğa harçlık verip, bakkala gönderip kendine o parayla sigara aldırmış. Gerçi şaşırmıyorum, onu artık böyle tanıyorum; artık böyle sevmeye çalışıyorum. Zor oluyor ama.
Genel de takmıyorum çocuk yardımı alamama konusuna ta ki "elimde olsa yardım edeceğim" diyinceye kadar. Ben yardım diyebilirim ama o yardım diyince tüylerim diken diken oluyor. Yardım dediği şey sorumluluğu çünkü. "Sorumluluğumu sallamıyorum" demiyor, "yiyorum, içiyorum kalmıyor geriye bir şey" demiyor "yetmiyor para" diyor. Bu yolu seçtim dese mertçe, vermeyeceğim dese kabulüm. Fakat hem yardım etmek için çırpınan baba imajı vermesi hem de gerçekte hiç ilgilenmemesi benim canımı çok ama çok sıkıyor. Elalem görsün yeter sonuçta değil mi?
Her ne kadar zor da olsa, tam bağımsızlık hoşuma gidiyor. Vermesin para, uzak olsun onun parası. İhtiyacım yok onun parasına, "yardımına". Ama var ya, iş değiştireceğim ya, işin ucundan tutsaydı keşke diyorum bazen.Servis ücretini ödese yeter. 2 kitap alsa misal, bir kurs parasını karşılasa... 
Tüm bunlara ek, bu ara oturduğumuz ve onunla (onun düşüncesine göre) yarı yarıya sahip olduğumuz fakat borcunu benim ödediğim evin kendine ait payını almaya çalışıyor ama o da apayrı hikaye, çözünce anlatırım. 
Ne demişler şarkıda: "I wanna be free to know the thing I do are right" - "Yaptıklarımın doğru olduğunu bilecek kadar özgür olmak istiyorum." Easy - Faith No More

Ve Çocuk Okuldan Kaçar: Bekar Anne'nin Dramatik Tepkisi

$
0
0
Tamam kabul ediyorum. Yine bir dramatik tepki gösterdim. Tam anlamıyla kaçmadı. Olay şöyle gelişmiş:
Servis ile evden alınan oğlum, okul'a vardığında henüz zil çalmadığından arkadaşları ile kırtasiye'ye gidip alışveriş yapmış. Aldığı da küçük plastik bir kutu içerinde vıcık vıcık bir jel ve o jel'in içinde gömülmüş plastik bir göz.
Oldu olası oğlum çok sever vıcık vıcık şeyleri, biyolojiyi, kimyayı, canavarlar. Küçükken yemeklerini "bu dinazor sümüğü, bu da kertenkele gözü" diye yerdi. Alışverişine şaşırmadım. 
Ben okulda olması gereken zamanda kırtasiyeye gitmesine kızdım.
Tamam, kırtasiye hemen okulun yanında. Doğru.
Evet çocuk dersi kırmadı, ama lütfen bu haytalıklar böyle başlar. 
Efendim; babası da böyleymiş küçükken. Okuldan kaçmalar filan. Annesi'nin en fazla okul duvarının öte tarafına atlamış köşe de sigara içmiştir. Bu yani. O da havalı olacağız ya, sınıfın en küçüğüyüm işte yetişkin gibi davranacağım... aman neyse canım konu ben değilim! Sigara da sağlığa zararlı ayrıca (not: boy uzamasını durdurur dediler; yalanmış).
Çocuk, benden izin almadan kırtasiyeye gitmiş. Bu ne cüret!
Sakin davrandım ama, gurur duyalım benimle lütfen!
"Oğlum" dedim, en sakin ses tonumla. "Okul saatinde başka bir yerde olmaman gerekiyor biliyorsun!"
"Ama anne," diye başladı, "hah" dedim kendi kendime "AMA ile başlayan cümle." "Daha zil çalmamıştı ki!" diye savunmasını sundu oğlum.
"Tamam haklısın ama sen servis'e bindiğiiiiiin ANdA benim için okuldasın!" diye açıkladım en dramatik ses tonumla. Yeterli olmayacaktı tabii.
"Bak oğlum," diye devam ettim "ben sana izin vermeyen bir anne değilim ama eğer bir yere gideceksen bana haber ver de git. Bu okulun karşısındaki kırtasiye bile olsa." Sonra klasik anne hareketim; dünyada yavrumu çepeçevreleyen bin bir türlü tehdidi dile getirmek. En ciddi ses tonumla; "Şimdi başına bir şey gelse, haberimiz olmaz seni okulda bilirim, bilmem ki kırtasiye'ye filan gittiğini, değil mi! Haber ver öyle git" diye tekrarladım, "Allahım aklına kazınsın bu dediklerim" diye içimden dua ederek.
Söz verdi, haber verecek. Büyüyor tabii, normal böyle şeyler, isteyecek arkadaşları ile gezmeyi yakında biliyorum. Babası da böyle bunun tutamamışlar küçükken, hep kaçmış canım okuldan. Ama ben bilinçliyim ya, dedektif ile takip ettireceğim... yok, şaka şaka. Haber vermesi gerektiğini öğreteceğim, saatli gidip gelmesini bir de derslerinin çok önemli olduğunu!

İstifa

$
0
0
Dün yedi yıllık işimden istifa ettim. Çok zor oldu. Buraya bir kaç kere yazmıştım; çok sıkıntılı olmaya başlamıştı işim. Diğer bir yandan günden güne artan tüm maddi sorumluluğu bende olan bir de oğlum varken bu karara varmak çok zor oldu. Eski kocanın bana saldırmasından dolayı da bu şehirde kalmamaya karar vermiştim, keza oğlumun böyle bir model ile ilişkisinin minimum'a düşmesinin hepimiz için iyi olacağını düşünüyorum. Belli ki, dışarıdan çok sakin ve normal görünen bu adamı benimle ilişkisinde çığırından çıkıyor. Farklı bir hal'e bürünüyor. Sanırım tüm güven, kontrol ve ego problemlerine su yüzüne çıkarıyorum. Kalıp savaşmak sadece oğlumu yıpratacaktır. Bunu yapmamayı tercih ediyorum çünkü çocuk büyütmek yeterince zorken bunu onu parçalamadan, annesi ile babası arasında seçim yapmak zorunda kalmadan yapmayı istiyorum.
Sonuç itibariyle; işimden ettiğim istifamla birlikte 10 sene önce bu şehirde kurduğum hayattan da istifa ettim dün. Büyük umutlarla gelmiştim buraya. Ailemi büyütecektim, bir çocuk daha, deniz kenarında yürüyüşler, kocanın işten eve gelmesini beklemek, toprak kaplar yapacağım bir atölyem, kitaplarım, yazılarım, vereceğim dersler, güneşli bir yuva... Artık yeni iş bulma, taşınma, yerleşme ve oğluma okul bulma süreci için düğmeye basmış durumdayım. Bu iş yerinde kazandığım parayı bir daha kazanamayacağımı biliyorum ama buna da hazırım. Küçük bir şehirden ayrılıp kalabalığa karışacağız ama buna da hazırım.
Patronum bana çok kızdı, çok kırıldığını ifade etti. Ama ben daha çok kırıldım konuşmamızın sonunda. Beni çok ezdi dün. Duygusallığına verdim. 
Daha hafifim ama, hayatımın kontrolünü elime aldım. Dün twitter üzerinden Sn.Şadkam Banu Conker ile yazışırken (kendisinden patron ile konuşmamı yapmadan evvel nasıl rahatlayabileceğimi, duygularımı kontrol edebileceğimi sormuştum) sayesinde fark ettim ki babam, eski koca ve en son da patronum ile ilişkilerimi sonlandırarak; sinirli, mutsuz ve dengesiz otorite kurmaya çalışan ego kaygıları yüksek insanlar ile sağlıksız ilişkilerimi tek tek sonlandırıyorum. E, bu da iyi birşey.
Kısacası istifa ettim; baskıcı ve kontrolcü kişiliklerden istifa ettim. Gelecek bir hayli korkutucu ama mutlu ve cesur bir anne olmaya karar verdim. Yani, klişe ama, kendimi hayatta terfi ettirdim!

Çirkinsin Anne!

$
0
0
Dün ne oldu inanamazsınız! Yok böyle bir şey ya.
Oğlum beni çirkin buluyormuş. Yüzümdeki benlerden dolayı çirkinmişim. Eyvah eyvah!
Ya zaten dün aşırı duygusaldım, istifadan dolayı "işsizim, başarısızım, ne yaptım beeeennnn" panikleri geçirirken oğlum "Çirkinsin" dedi. Yetmiyormuş gibi geldi minik parmakları ile yüzümdeki iki ben'i kapatıp "hmmmm...yani ben'lerinden dolayı" demez mi!
Ama hata bende, bebekken binsekzyüzellinci defa "mu ne, mu ne, mu ne" diye benlerime işaret edip sorduğunda "sümük, sümük" demişliğim var! Ya ama çok eğleniyordu, o buna kıkır kıkır gülerken ben de kaşık kaşık mercimek çorbasını yediriyordum fırsattan istifade... ne yapayım, zor zamanlar zor ve evet bazen iğrenç çözümler gerektirir. Ama meğerse çocuğum bilinç altına yerleşmiş bu çirkin buluyor şimdi benlerimi... snif!
"Aman" dedim sonra kendime, "zaten beni güzel bulmasına gerek yok!" Evde o saçma sapan egomu doyuracak bir erkek yok ya "ne güzelsin sevgilim" diyecek, saçma sapan özgüvensizlikler yapıyorum. Çocuğun ne suçu var özgüvenim 10 kilo aldı, çizgilerim derinleşti diye! Görürüm onu ben hem... benli menli, çilli bir kızı çıkarır iki gün sonra karşıma seviyorum, evleneceğim diye. Biz de annemin pelte halini almış göbeği, babannemin sarkık kolları ile dalga geçerdik. Tahmin edin ne oldu!
Hem dua etsin benlerime. Babasının genlerinde 23 yaşında başlayan kellik var! Hınh!

Kitap Alışkanlığı

$
0
0
Akademik başarının, diplomatlar ve sanatçılar ile ahbaplığın çok önemli olduğu, tiyatroya gitmenin haftalık bir aktivite olduğu ama en önemlisi kitap okumanın herşey demek olduğu bir ailede büyüyen ben, kitap  okumayı çok severim. Zaten okulda da edebiyat okudum. Derslerimin iyi olduğu tek dönemdir üniversite. Hayatında çok, çok nadir A veren hocalardan A+ almışlığım var benim. İlk okuduğum kitap "Robin Hood" idi. En sevdiğim kitaplardan biri "Küçük Kadınlar" dır. "Jane Eyre" de çok severim. Enid Blyton'un kitapları vardı evimizde, çok sevdiğim dedektiflik serisi "Nancy Drew" da. En, en sevdiğimde "Dünyanın Merkezine Seyahat" idi. 
Bizde herkes kitap okurdu! Kitap okumayan ayıplanırdı. Kitapçıya gitmek ise hediyemizdi. İstediğimiz kadar çok kitabın alınması ise nadir elde edilen bir başarı. Lisemizdeki kütüphaneyi bir kaç arkadaşlarımla düzenlemiştik. Bilkent Üniversitesi kütüphanesi en sevdiğim yerdi, gece yarılarına kadar çalışırdım orada. Ailemin çevresi ve kendi arkadaşlarımla okulda muhabbetlerimiz genelde sosyoloji, edebiyat ve politika konulu olurdu. Annemin nadiren verdiği davetlerde gelen misafirler ile kitap konuşulurdu.
Hamileyken yüksek sesle "İlyada" okudum karnımdaki çocuğa ama oğlum olduğunda paramız yoktu ve kitaplar çok pahalıydı. Ben kütüphaneler de büyüdüm resmen, oğlumun da kitaplar arasında büyümesini istiyordum ve param olmadığı için çok üzülüyordum. Panikliyordum resmen, cahil kalacak bu çocuk diye.
Şükürler olsun ki, kitap alacak kadar param oldu zamanla. Oğlum da okumayı hemen öğrendi, hemen de kitaplara ilgisi oluştu. Çok büyük heyecanla Jules Verne'ler, Daniel Defoe'lar aldım ama tabii ki bu konuda da kendi isteklerimi ve ön yargılarımı empoze etmişim çocuğa. Akademik ve entelektüel zevkleri olacak ya! Çocuk beni eğitti...
Bilime ilgisi, bilgisi ve zekası ile oğlum beni hep gururlandırdı. MEB'in okuma listesi zorunluluğu sayesinde okuldan da bir çok kitap aldı okudu. Bazısı gerçekten de kötüydü (bir tanesine anne, baba ve çocuk kartalın olduğu bir hikaye vardı. Avcılar tarafından yakalanan anne kartal kafese konuluyordu ve baba ve çocuk kartalın hasretinden, özgürlük özleminden dolayı bildiğiniz depresyon'a giriyor ve "canını almayı düşünüyordu" ki baba kartal tarafından kurtalıyor - öh!), bazısı da dedektiflik hikayeleri v.s. idi ki bunlar çok hoşuna gitti AMA oğlumun en sevdiği kitap serisi "Kaptan Düşükdon" ve uzun süre elinden düşürmediği bir diğer kitap da "Kaka: İsmi Lazım Değil'in Doğal Tarihi." Yatağımda ayaklarım duvara dayalı, kafam yatağımın kenarından sarkan bir biçimde yüksek sesle, her bir karaketere ayrı ses verip, dramatize ederek kitap okuyan ben'in aksine, oğlum tuvalette okuyor kitaplarını... mmm sanırım konularına uygun olarak. 
Büyüdükçe zevklerinin daha çok zerafet kazanmasını umsam da; bir erkek çocuğu ile yaşadığımı ve asla asla benim alıştığım gibi olmayacağını anlamalıyım artık! Bu hafta sonu maaşımı alınca yine kitap almaya gideceğiz. Ben "Oliver Twist" almak istiyorum ama sanırım oğlum "Saftirik Greg'in Günlüğü" serisini tamamlamayı isteyecektir. Yapacak bir şey yok!

Süpheye Düşürülmek, Manipülasyon ve Gaz Lambası

$
0
0
Size bir filmden bahsedeceğim. İzlemedim ama hayatıma yön veren çok önemli bir filmdir. 1938 yılında sahnelenmiş ve adı Angel Street olan bir oyunun beyaz perdeye 1940 ve 1944 yılında GasLight ismi ile uyarlanan eski bir filmdir. Filmin konusu şöyle:
Karısının zenginliklerine ulaşmak isteyen kocası; kadını ortadan kaldırmak için onu delirtip bir akıl hastanesine yatırmak ister. Böylece karısı bir hastanede kilitliyken rahatça kadının evinde olduğunu düşündüğü hazine'yi arayacaktır. Kadını da delirtmek için adam her gece tavan arasında hazineyi ararken evin gaz lambalarının ışığını azaltırmış. Kadın ışıkların azaldığını fark eder ama kocasına bahsettiğinde, kocası bunun tamamen kadının hayal gücünün bir ürünü olduğunu ve ışıklarda bir sorun olmadığını söylermiş. Kadıncağız da kocasına inanırmış, delireceğini düşünüyormuş.
"Gas lighting" terimi ise 1970'lerde psikoloji kitaplarında yer almış. Bunun anlamı ise; bir insanın gerçeklik ile bağının koparılması için onu manipüle etmektir. Kişilik bozukluğu olarak tanımlanan, sosyopat ve narsist kişilikli insanların bu yönteme sıkça başvurduğuna dair örnekler okudum.
Aslında bakarsanız; hepimiz (özellikle duygusal ilişkide olduğumuz insanlar ile) bir miktar manipülasyon kullanırız. Çoğumuz istediğimiz filmi izlemek için bin takla atmışızdır veya sevdiğimiz pembe koltuğu almak için.... Gaslighting ise çok farklı bir olgudur.
İşin uzmanı olmadığımdan sadece kendimden örnekler vermeyi uygun görüyorum:
  • Bağırıp, çağırıp "dur, sus, bağırıyorsun" denilince, "ben bağırmıyorum ki" diye cevap veren kişi.
  • Söylediği bir şeyi söyledikten sonra, cümleleri ile yüzleştirilince "ben asla öyle bir şey demedim" demesi.
  • Sizi aldattıktan sonra iş arkadaşı ile uygunsuz bulduğunuz yakınlığını sorguladığınızda "ne kadar da paranoyaksın" demesi.
  • Faturaları asla zamanında yatırmayan kişinin faturaları ödeyip, ödemediği sorulduğunda "tabii ki ödedim, paranı mı yedim" diye cevap vermesi.
  • Defalarca belli bir olaydan veya söylemden kırıldığınızı anlatmanıza rağmen sizi üzüp kırdıktan sonra "çok abartıyorsun, fazla dramatiksin" demesi.
  • Size vurduktan sonra, "hep sen beni sinirlendirip bu hale getiriyorsun" demesi.
  • Suçlanacak çok şeyi olmasına rağmen "hep beni suçluyorsun, sanki sen suçsuzsun" demesi.
  • Sizinle plan yapıp, cayması sonra da "ben BELKİ çıkarız demiştim, asla kesin bir plan değildi" demesi.
  • Siz defalarca bir şeyi rica etmenize rağmen yapmamasına rağmen "senin için bu kadar önemli olduğunu bilseydim, yapardım. Sen bana söylemedin" demesi ve buna rağmen asla yapmaması.
  • Sizi üzüp, ağlatıp, kırıp "sen histeriksin, başkaları görse bu halini bana acırdı, senin deli olduğunu düşünürdü"  ya da "neden ağlıyorsun ne var ki" demesi.
  • Sizin için çok önemli olmasına rağmen bir konu için "bir daha bu saçmalığı dinlemeyeceğim" diyip, sizi söyledikleriniz veya inandıklarınızın saçmalık olduğuna inandırması.
  • Emin olduğunuz bir hatıra konusunda "hayır sen yanlış hatırlıyorsun" demesi.
  • "Hep negatifsin", "çok kötümsersin", "senin erkeklerle sorunun var", "daha önce de kız arkadaşlarım oldu, hiç biri senin gibi değil" diyerek inanç, his ve fikirleriniz konusunda sizi şüpheye düşürmesi.
  • "Beni özellikle üzüyorsun" diyerek onun için uygun olmayan durumdan kendisini sonsuza kadar, o bir şey yapmak zorunda kalmadan, kurtarmaya çalışması.
  • Her hangi bir olay için "uyduruyorsun, yok öyle bir şey" demesi. 
  • Bakmanıza rağmen "hayır bakmadın, asla bakmıyorsun, görmüyorsun önündekini" demesi. Aynı şey duyduğunuzdan emin olduğunuz bir şey için "yanlış duydun" veya kesinlikle duymadığınız bir şey için "ben söyledim ama" denmesi.
  • Sesinin tonunu yumuşatmamasına rağmen "gergin misin" sorusuna "ha-yırrr, ger-gin de-ğil-immm" diye cevap vermesi.
  • Yüzü asıkken nesi olduğu sorulduğunda "bir şeyim yok" diye cevap vermesi.
  • Bariz bir biçimde sinirliyken; "sinirli değilim" demesi.
  • Sizinle konuşmayı kesip, "yoo, ben küsmedim ki - küsen sensin" demesi.
Bu liste uzadıkça uzar.
Önemli olan şunlara dikkat etmeniz:-
  • Devamlı kendi düşünceleriniz ile ilgili şüpheye mi düşüyorsunuz?
  • Hep birilerinden (özellikle size yukarıda belirttiğim şekilde yorumlarda bulunan insanlardan) özür mü diliyorsunuz?
  • Hep kafanız karışık mı, ben ne yaptım, yanlış mı davrandım v.b. sorular kafanızı devamlı kurcalıyor mu?
  • Size bu şekilde davranan insan adına hep özür diler halde mi buluyorsunuz kendinizi (örneğin eşinizin davranışları için annenize, patronun tutumu yüzünden müşteriye v.b.)? Özellikle eş durumunda; açıklama yapmamak için kendinizi aile ve arkadaşlarınızdan uzaklaştırdığınız oluyor mu? 
  • Size bu şekilde davranan insan adına devamlı yalan söylüyor musunuz (1 yılda 5. defa işi bırakan biri için "şirketindeki patronu hırsız bir adamdı" v.b.)?
  • Durumu kurtarmak, anlık huzur için yalan söylediğiniz oluyor mu?
  • Hır çıkmasın diye sustuğunuz, doğruluğunuzu savunacak, savaşacak gücü bile bulamadığınız oluyor mu?
  • En basit kararları, karşınızdakinin tepkisi yüzünden sorguladığınız oluyor mu? Ör. "geçen hafta kahvaltıda simit yok diye surat asmıştı ama ondan önce de simit sevmediğini söylemişti, bu pazar simit alayım mı, almayayım mı" gibi.
  • Mutlu bir hayat için ümidiniz kalmadı mı?
  • Devamlı yeterince iyi bir insan, iyi bir eş, anne, işçi, arkadaş olup olmadığınızı sorguluyormusunuz?
  • Ne yaparsanız yapın yeterince iyi olmadığını hatta hep kötü yapıyor olduğunuz hissine kapılıyor musunuz?
  • Sanki eskiden daha özgüvenli, mutlu ve geleceğe karşı ümidiniz vardı ama artık yok, kendinizi tanımadığınız hissine kapılıyor musunuz (ama çok derinden, tüm karakterinizi sanki yanlış biliyordunuz meğer hiç öyle bir insan değildiniz hissi)?
  • Sahip olduğunuz onca nimete rağmen neden mutlu olmadığınızı sorguluyor musunuz? Eviniz, arabanız, güzel mobilyalarınız var, maaşınız yüksek, iyi bir pozisyondasınız ama bir şeyler ters gidiyor hissine kapılıyormusunuz?
Bu konularda yazmak benim için bazen çok zor oluyor. Yeri geliyor hafızamı fazla zorlamak zorunda kalıyorum, yeri geliyor yüreğim sıkışıyor hatırlayınca ama bunlar benim yaşadığım gerçekler ve biliyorum ki eşleri, dostları, aileleri veya işveren ve iş arkadaşlarınca bu tip davranışlara maruz kalan çok insan var. Bu yüzden bunları belki bir kişiye bile bir faydam olur diye yazmak istiyorum ama biraz kopuk oluyor, kusura bakmayın.
Verdiğim örneklerden bazılarını bazen hepimiz ilgi çekmek için yaparız. Masumdur o vakitlerde. Örneğin, kocasına kızmış bir kadın bütün günü sessiz geçirerek nesi olduğu sorulduğunda "hiiiç" diye cevap verebilir. Sağlıklı mı? Bence hayır ama bunun sınırını ben bilemem. Nazlanmak sevginin getirdiği bir oyundur elbet ama iş karşısındakini manipüle etme noktasına geldiğinde, o zaman tehlikeli olur. Duygusal tacizin bir formudur. 
Sağlıklı ilişki örneğini verecek kadar olgunlaşmadım henüz ne yazık ki ama gördüğüm kadarıyla sağlıklı bir ilişkide duygu, düşünce, hal ve davranışlarınız konusunda ne şüpheye düşersiniz ne de düşürülürsünüz. 
Rahat-sız-lık iyidir. Bir şeylerin yolunda gitmediğine işarettir. Rahatsızsanız hala hayattasınız demektir. Rahatsızsanız sizi neyin rahatsız ettiğini bulun ve çözün. Gerekirse psikolojik destek alın çünkü düşündüğünüz gibi her şey sadece sizin kafanızda, sizin hayal gücünüzün bir örneği olmayabilir. Olabilir de ama muhtemelen değildir!

Eski Kocamın Yeni Sevgilisine Mektup

$
0
0
Sevgili Güzel Kız,
Çok üzüldüm sana, seninle geçen sefer karşılaştığımızda. Ne yazık ki sende benim ile aynı yola girmişsin. Hatırlıyormusun, hani oğlumu babaannesinden almaya gelmiştim (çünkü bin ısrarla onu alan babası, yine kendi bakamamış annesine bırakmıştı çocuğu), sende merdivenlerde duruyordun çekingen. Elinde elma vardı. Sen o elmayı yerken ne kadar küçük olduğunu anladım. Daha çocuksun sen, yaşın kaç bilmiyorum ama ailesinin evinde evcilik oynayan küçük bir kız çocuğu havan vardı.
Merhaba dedim sana elini sıktım. Gülümsedin. Çekingenliğin gitti. Koca kahverengi gözlerine bakınca içim eridi. 
Sonra oğlum geldi, bana sarıldı ben de ona. Biz birbirimizle öyle hasret giderirken göz ucuyla seni gördüm. Senin gözlerinde de hasret ve umut vardı. Ah güzelim ya!
Oğlumun yaptığı bir resmi babaannesine ve halasına gösterdim. Sana da gösterdim. Neticede sende uzaktan da olsa ailesi oldun çocuğumun. Güldün, hoşuna gitti belli ki çocuğumu senden gizlememem. 
Oğluma seni sormuştum babası evleneceğim dediğinde. Biliyormuş sevgili olduğunuzu "çok samimiydiler, anlamıştım" dedi. Daha bu çocuk 9 yaşında. Keşke dikkat etseydiniz. Ben neyse ki babasının sevgilisi olabileceğini, evlenebileceğini ve hatta çocuğu bile olabileceğini anlatmıştım da çocuk hazırlıklıydı. Ya olmasaydı? Hiç düşünmediniz mi çocuğun psikolojisini?
Keşke sana çok büyük bir hata yaptığını söyleyebilsem. Senin saf aşık hallerini gördüm öyle üzüldüm ki. Bu adam beni aldattı hemde çok kötü bir biçimde aldattı, sana da yapar. İnan yapar, kişiliği böyle. 
Hayallerini anlatmıştır sana. Biliyorum çünkü bana bile hala anlatır. Ama, güzel kız, o hayalleri bana 25 sene önce de anlatıyordu. Hep öyle kaldı onlar: hayal. Gerçekleşmeyeceğini bilsen fikrin değişir mi?
Gördün değil mi, bu adamdan çok güzel çocuk çıkıyor. Ama, ablacığım, o güzel çocuğu ben büyütüyorum, ben giydiriyor, yediriyor, içiriyor ve okutuyorum. Ha, bu boşanmadan sonra böyle olmadı. Hep böyleydi, inan! Buna hazır mısın? Tek başına bakar mısın bir çocuğa? İyi düşün derim.
Ailesi seni kucakladı ya sevgiyle, ah be yavrum. Arkandan neler diyorlar. Bana bile "geçici o kız, sen dön" dediler geçen gün! Biliyorum ki başkasına da benim için aynı şeyleri söylediler. Sen bunu hak etmiyorsun bence.
Çalışıyor ya bu adam şimdi? İlk fırsatta işi de bırakır, emin ol. Zamanını evde oyun oynayarak geçir. Görmüyor musun, babası da öyle değil mi sonuçta?
O sizin eğlenmek için çıktığınız, bunun çok içtiği akşamlar var ya... onlar rutin olacak bu işi bırakırsa. Bununla başedebilecekmisin?
Bana hiç para vermiyor, haydi beni geçtim oğluna da vermiyor. Sorumluluğunu alan biri değil inan. Senin ihtiyaçlarını da görmeyecek. Ben tek ayakkabı ile 3 sene idare ettim biliyormusun - yaz ve kış? Aylık lenslerimi 5 ay taktığım oldu. Benim ihtiyaçlarıma asla paramız olmazdı. Yapısı böyle, inan bana.
Ezileceksin, karakterini yok sayacaklar. Senin için yapılan her şeyin lafı edilecek inan! Biliyorum ben 13 sene yaşadım bunu! Sen isteklerini söyleyemez bir hale geleceksin. 
Tabii belki de çok güçlü bir kadınsın, bu dediklerim senin başına gelmez ama sanmıyorum. Güçlü insanlarla da bu adamların işi olmaz. Hamurun yumuşak kıvamda olacak ki istenilen sekile gir. Öyle olmasan seni yanında tutmazdı emin ol.
Benden yana bir sorun yok. Oğluma sana saygı göstermesi gerektiğini, sevmek zorunda olmadığını ama seviyorsa da benim yüzümden çekinmemesi gerektiğini, her şeyden önce ben onu öyle yetiştirdiğim için sana karşı her zaman terbiyeli olması gerektiğini söyledim. Sınırlarını korumasını ama sana karşı nazik olması gerektiğini söyledim. Sende sev tabii çocuğumu, sevgi görsün ama o kadar. Sakın annelik yapmaya kalkışma çocuğuma alırım ayağımın altına.
Bunları sana anlatmaya kalksam inanmazsın, çok aşıksın; kıskançlık yaptığımı, onu geri kazanmaya çalıştığımı düşünebilirsin. Bunu yapmayacağım, sana birşey demeyeceğim. Sadece dua edebilirim sana. İnan haksız çıkmayı çok isterim. Umarım mutlu olursunuz beraber ama yukarıda Allah var ya; kötü niyetimden değil sadece bende yaşadığım için söylüyorum... bu adamın seni mutlu edeceğini hiç sanmıyorum.
Sevgiler,
Mina

Gidiyoruz: Bekar Anne ve Oğlunun Taşınma Macerası Bölüm I

$
0
0
Sanki bir avuç taş yutmuşum gibi midemde bir ağırlık var. Yada, 1 tepsi bulgur yemiş üzerine su içmiş bulgurlar midemde şişmiş gibi. Hatta, mideme birileri bir yumruk atmış ama yumruğu mideme yapışmış gibi....
Bir tuhafım anlayacağınız.
Bu ara çok fazla değişiklik yaşadım tabii ondan.
İstifa ettim. Bitti artık. Sağ olsun patronlarım kalmam için ısrar ettiler, taşınmayı düşünmemin saçmalık olduğunu söylediler, hayatımı oğlum için değiştirmemin saçma olduğunu, onun nasılda büyüyüp babası başında olmadığı için bana sırt çevireceğini v.s. söylediler. Beni düşündüklerinden tüm bunlar... olsun. Üzülmüyorum artık eskisi kadar. Bakış açısı farklı. Kimseyi değiştiremem ki, sadece kendimi.
Daha büyük değişimi oğlumda gördüm. Taşınma zamanı yaklaştıkça, oğlumun strese girdiğini fark ettim. Pazar gecesi uyuyamadı "Anne çok heyecanlıyım, neden bilmiyorum" dedi, gece 1'e kadar benimle konuştu. Pazartesi gecesi yine uyuyamadı. 
Şimdi ben oğlumu taşınma konusunda heyecanlandırmaya çalışıyorum. Sevmiyor gideceğimiz yeri biliyorum ama imkânlarını, okulları, gezeceğimiz yerleri, alacağımız kurs ve eğitimleri anlatarak heyecanlandırmaya, bu büyük değişime pozitif bakabilmesini umuyorum. Ben tam kıvama getiriyorum, baba ve onun ailesine gidip geliyor ve çocuğun tüm psikolojisi alt üst oluyor. Allah biliyor ya, birçok şey ile baş edebilirim ama oğlumun mutsuzluğu ve onun negatif etkilenmesi beni çok fena etkiliyor. Ondan dolayıdır bu konuda şanslıyım, bin şükürler olsun ki çok uyumludur ama taşınma meselesi çıktığından bu yana ne zaman öbür ailesini ziyaret etse, morali bozuk ve kafası karışık dönüyor.
Pazartesi gece saat 23:00 civarında yanıma geldi ve ona belki orada şansımızı deneriz dediğim, çok prestijli bir okul için "Anne, babaannem oranın güzel bir okul olmadığını söyledi" dedi. Çok sinirlendim ama belli etmedim, çalıştım en azından: "Babaannen nereden biliyormuş?" diye sordum. "Bir tanıdığı gitmiş hiç sevmemiş orayı" dedi. Ben de "belki o tanıdığı okulda başarılı olmadı, ayrıca bu benim ve senin kararın, beraber bakacağız okullara" dedim. Belliydi ikna olmadı. Yatağında dönüp durdu. Aldım yanıma, derdini sordum. Başladı ağlamaya, "Burayı seviyorum, arkadaşımı özleyeceğim, neden taşınmak zorundayız ki" diye. İşte o başta anlattığım taş, bulgur ve yumruk var ya... O anda mideme hepsi bir anda indi. Tek tek anlatmaya çalıştım, yaşadığımız şehrin her zaman aynen kalacağını, arkadaşının da devamlı burada olacağını, burada yaşarken bile 2 aydır göremediğini ama param olduğu müddetçe onları sık sık bir araya getireceğimi, onun okul değişimi için tam zamanı olduğunu, benim bundan 4-5 sene sonra yaşımın ilerlemesinden dolayı yeni bir işe başlayamayacağımı, bu işimde çok ama çok mutsuz olduğumu ve ailemizin tek gelir kaynağının benim maaşımın olmasından dolayı çalışmak zorunda olduğumu, onunda nasıl bir daha anaokulu veya 1. sınıfına geri dönemeyeceği gibi orta okul yıllarına da üniversite zamanına geldiğinde geri dönemeyeceği için bu zamanı çok iyi değerlendirmemiz ve bunun için de imkanların daha olan bir yere gitmemiz gerektiğini söyledim. Diyemedim ki; "bunların hepsine ek olarak baban saldırganlaştı, bana vurdu ve bunun bir daha olmayacağı konusunda emin değilim, bizi korumak zorundayım".
İnternetten okullar gösterdim, ilgilisini çekmeye çalıştım tekrar. "Off tamam ya, gidelim" diyerek gönülsüzce kabul etti. Seçimi olsaydı ne isterdi diye sordum "tabii ki burada kalmak" dedi. "Ben orada çalışmak zorundayım ama senin burada kalma imkanın olsa kalır mıydın" diye sorum. İçime hangi fesat canavar girdi de böyle geri zekalıca bir soru sordum bilmiyorum. Tamamen kendi öz güvensizliğimi yansıttım avuç kadar çocuğa. "Tabii ki hayır çünkü sen çok özlerim" dedi. Taşlarım mideme daha da çok oturdu. Küçücük çocuk benim yüzümden şu yaşında bir seçim yapmak zorunda kalıyor. 
Anne ve babası ayrılan çocukların hikayesi bu: hep bir seçim'e zorlanıyorlar sanırım.
Bu arada babasını özleyeceğinden hiç ama hiç bahsetmedi.
Dün sabah da bana günlük tutmaya başladığını söyledi. Gizliymiş. Bugün'e kadar bir gizlimiz saklımız olmamıştı!
Akşam arkadaşım Nen'e bıraktım, iş toplantım olduğu için. 
İnsan tek başına çocuk büyütürken gizli melekler vardır destekleyen ve çocuğu koruyan. Çünkü sonuçta her şey tek başınıza yapamazsınız. Nen de öyle bir melek. Ona oğlumun tepkilerini anlatmıştım. Beraber oldukları süre içinde, konuyu bilip de bilmiyormuş gibi oğlumu yeniden bu taşınma hikayesinin pozitif tarafına çekmeye çalıştı. Öz babaannesinin yarattığı zarar'ı tamir etmeye çalıştı (ya anlamıyorum; kötüyse bile okul, kaygın varsa benimle konuş 10 yaşındaki çocuğun kafasını neden karıştırıyorsun)! 
Bu arada dikkatinizi çekerim:
Birincisi, Baba gitmesine bir şey demedi. Taşınmayı düşündüğümü söyleyince evi ne yapacağımı sordu.
İkincisi, Babaanne ve Dede 3 yıl bizim taşınacağımız yerde yaşadı ve bu arada o 3 sene boyunca torunları ile iletişimleri olmadı çünkü oğulları ile araları bozuktu.
Sonuçta kimse "kalın, gitmeyin" de demedi. Demesinler tabii, destek olsunlar. Çocuğun hatırı için onu üzmesinler.
Oğlumu istemediği bir yaşama zorlamak istemiyorum. Bir yandan alışacak, çocuk bu. Biraz daha beklersem çok daha zorlaşacak buradan ayrılmak diyorum. Diğer yandan üzüntüsü ve kafasının karışık olduğunu görünce... o taşlar var ya; yüreğime tırmanıyor, tüm ağırlıkları ile oraya yerleşiyor.
Nen'in dediğine göre: "Mina, anne olan sensin. Bu ailenin reisi de sensin. Çocuk seni dinleyecek!" Haklı. Ben iyi olacağına inanıyorum, inanmasam bu kararı uygulamazdım ama ya bir şeyler ters giderse, ya orayı hiç sevmezse, ya okulu kötü olursa? Ya... ya iş bulamazsam? Parasız kalırsak? Taşınmak 2 yıldır aklımda olan bir düşünceydi, hep saçma sapan şeyleri bahane edip kalıyordum ama artık gitme sebeplerim kalma sebeplerimden fazla! Delirmek üzereyim. Dua ediyorum devamlı, sürekli. Sakin olmaya çalışıyorum ama çok zorlanıyorum.
Peki ya sizce yanlış mı bu düşüncem? Çocuğum istediği için buradaki tüm negatifliklere göğüs gerip, kalmalı mıyım yoksa uzaklaşıp, güçlü bir rol model olmam daha mı doğru? Mutlu olacağım bir işi aramalı mıyım yoksa mevcut düzeni bozmam çok mu saçma? Kendimi ve oğlumu koruyacak kadar güçlü olmadığım için çocuğumu sevdiği bir yerden uzaklaştırmam çok mu bencilce? Kalıp savaşmalı mıyım yoksa sil baştan temiz bir sayfa mı açmalı? Korkaklık mı, cahil cesareti mi? Siz ne yapardınız?
Bu arada gizli günlük meselesine geri döneceğim; o ayrı bir mesele!

Gizli mi?

$
0
0

Son zamanlarda her şey havalarda uçuşuyor. İstifamı verdim. Hatta 8 haftalık ihbarımın 2 haftasını çalışmış oluyorum bu hafta. Heyecanla iş arayışımı hızlandırdım. Henüz panik yapmıyorum, daha okulların kapanmasına var nasılsa diye. Evi satışa çıkarmam gerekiyor, elim varmıyor. Çok seviyoruz, çok bağlandık buraya ama biliyorum ki biz taşındıktan sonra ev için kavgalar artacak. Tutturacak eski koca sat diye. Zaten banka borcu da var. En iyisi temiz ve borçsuz gitmek ama dedim ya, elim varmıyor telefona, emlakçıyı aramaya.
Bu arada işlerimi de toparlamaya çalışıyorum. Henüz ilan edilmediği için istifam, sessizce bitiriyorum görevlerimi. Asistanımı eğitmeye çalışıyorum, görevlerimi devralsın istiyorum ama o kısmı biraz zor geçiyor açıkçası. Benim o yaşlardaki iş ve kariyer anlayışım çok farklıydı. Ben ayrıca biraz takıntılıyım. Bir işi bir kereden fazla söylüyor olmak benim canımı sıkıyor. 
Aslında bu anlattıklarımın hepsi esas meseleye nasıl giriş yapacağımı bilmediğim için vakit kazanmaya çalışma çabam! Şimdi şöyle…
Oğlum en son yazdığımdan bu yana babasını ve öbür ailesini ziyarete gitmedi. Tahmin edin ne oldu? Bu süreç içerisinde uykusu yine düzene girdi, yine tanıdığım o şeker çocuk halini aldı. Ben beslenmesine biraz yüklendim. Daha çok taze sebze ve meyve vermeye çalıştım bu arada. Akşamları okuldan geldiğinde, sokakta oynaması için zorladım ve en önemlisi sabah erken uyandırıyorum. Yoruluyor gün içinde artık.
Bundan sonra yazacaklarımdan bir miktar utanıyorum. En çok da büyünce oğlum öğrenek diye ama anlatmak zorundayım: BEN GİZLİ GÜNLÜĞÜ OKUDUM. Çok yanlıştı evet, oğlumun özeline saygısızlık ettim evet, utanıyor muyum evet ama son çarem bumuydu EVET, EVET!
Oğlumu hiç, asla bu kadar depresif görmemiştim. Çok panikledim. Çok korktum ve deli gibi bir çözüm arayışındaydım. Merak ettim işte, anlatamadığı bir şeyler var mı diye. Yokmuş. Söylediği şeyler, taşınma korkusu ve okul ile ilgili yazıları vardı. İlk yazısında okul hakkında kötü şeyler duyduğunu yazmış. Benim ve arkadaşım Nen'in ortaklaşa uyguladığı acil durum terapi programını takip eden 4 gün sonunda günlük yazısı çok pozitifti "bekle beni yeni okul geliyorum" diye giriş yapmış. Bundan sonra da okumayı bıraktım günlüğü. Valla bıraktım, bir kere bile açmadım.
Ekstradan ilgilendiği konularla daha fazla ilgilendim. Okuduğu kitapları okudum, çok sevdiği bilgisayar oyununu anlamaya çalıştım; tam olarak kafasının içindekileri ve duygularını anlamak için. Sonuçta artık bir hayli iyiyiz şükürler olsun.
Fakat bu süreç içinde her bana baktığında "acaba yüzümden anladı mı günlüğünü okuduğumu" diye paniklemedim değil. Pişman mıyım? Evet kesinlikle. Yeniden yapar mıyım? Gerekirse, evet kesinlikle! Bende böyle bir anneyim. Özeline, bireyselliğine saygım sonsuz ama zor zamanlar zor çözümler gerektirir arkadaşlar ne yapayım yani! Kınamayın beni ya! Tamam tamam kınayın...

Kızgınlık - Başarısızlık

$
0
0
Çok ama çok sinirli bir anne ve babanın kızıyım ben. Dedem de hep sinirliydi, babaannem ise tam "sinirlenmek üzereyim" edasıyla dolaşırdı devamlı. Okuldaki hocalarım hep sinirli insanlardı, hele hele bir tarih hocam vardı; sormayın. Üniversitedeki hocalarım sakin insanlardı ama o vakite kadar sinirli insanların yanında olmaya alışmıştım. Kendimi hep geri planda tutuyordum kimseyi kızdırmayayım diye. Sonra evlendim. Sinirli biri değildi eski koca ama hep "tersim terstir" derdi. Ben de onu kızdırabilecek her şeyden kaçınırdım. İş'e girdim, AŞIRI derecede kızgın bir adamın yanında çalışmaya başladım. Kızdığında söylediklerinin kontrolü olmayan, elindeki telefonu bile fırlatıp atan birinin yanında.
Tabii zaman içerisinde kimsenin duygularını ve tepkilerini kontrol edemeyeceğimi öğrendim. Artık sinirlenen her insan'a karşılık kendimi yerden yere atmamaya başladım ama düzenleyemediğim çok büyük bir eksikliğim var ki o da benim kendi kızgınlık meselelerim.
Her türlü şeye kızan biri olmadığımı düşünüyorum. Ters giden her şeye karşı aşırı tepki göstermiyorum, gerektiğinde çok sakin davranabiliyorum ama ne yazık ki bazen oğluma karşı çok kızgın bir anne olabiliyorum. Bu konuda sıkça yazdım. En az hafta da 2 kere oturup bu konuda derin derin düşünürüm. Gayet de farkındayım ne büyük eşşeklik ettiğimi. Oğlum arkadaşlarına sözde şaka ile "annemin en büyük yeteneği kızmak" dediğinde kalbim kırıldı, kafama koca taş yedim. Ne ağladım ama, ne üzüldüm. 3 günüm iptal oldu bu yüzden. Haklı, kızıyorum. Defalarca söyledim, tek disiplin muhatabı benim, ne desem batmaya başlıyor ama diğer yandan da kızgınım. Oğluma değil, babasına.
Annem de bize bu yüzden kızardı; babama benzeyeceğiz diye. Ben de ne yazık ki aynı şeyi yapıyorum. Babasının bir tane hareketinden en ufak bir benzerlik gördüğüm anda kopuyorum. Misal, bulaşıkları kaldırmak onun göreviyken ve ben bu konuda 85'inci uyarıyı 2 gün evvel yapmama rağmen, eve gittiğimde bulaşıkları tezgahta yığılmış bir biçimde gördüğümde kopuyorum. Konuştukça konuşuyorum. O üzülüyor, gözler doluyor dudaklar bükülüyor. Ben ise sakinleştiğimde kendimi atmak istiyorum, kendimden nefret ediyorum. 
Kızgınlık ana duygu değildir. Bence bir duygunun sonucunda hissedilen sonuç duygusudur. Ana duygum, oğlumun babası gibi sorumsuz ve bencil olması korkusudur. Babası evet, saygı duysun istiyorum ama o adam çok sorumsuz. Çocuğun ne suçu var değil mi? Yok işte. Sonuçta babasını ben seçtim, o seçmedi. Ayrıca tek başıma her şeyi yapıyor olmanın verdiği bir şey mi bilmiyorum ama yetersizlik duygumun sonucunda da kızıyorum:"Ben yeterince iyi bir anne değilim, öyle olsaydı bu çocuk bin defa söylememe rağmen unutmazdı!" 
Hep duyuyoruz; "O daha çocuk". Evet, ama şimdi öğretmezsem ne zaman öğreteceğim? Tamam ödül-ceza yönetimi uygulayalım ama büyüyor. Görevi olan her işi yaptığında ödül mü alacak? Büyüyünce de ödül beklemez mi? Hayal kırıklığına uğramaz mı? Sakin sakin anlatsam, kaç kere sakin anlatabilirim ki? 2 kere sakin sakin söylüyorum, 3üncüsünde kopuyorum. 
Oğlumu çok seviyorum ve üzülsün istemiyorum ama mesele sorumluluk ve görevlere geldiğinde anlaşamıyoruz. Dün akşam yemeğini 1.5 saatte bitirdi. Birşey söylememek için insan üstü bir çaba sarfettim ama çok da yoruldum! Allah beni sınamak için benim kadar tez canlı, aceleci ve sabırsız bir insana bu kadar sakin ve işlerini yavaş yavaş yapan bir evlat verdi sanırım. An itibariyle bu sınavda çok başarısız oldum, utanıyroum kendimden!
Öffff... canım sıkkın çok!

Karar

$
0
0
Vallahi de yoruldum billahi de.
Karar vermekten, soru sormaktan yoruldum....
Akşam yemeğinde tavuk mu köfte mi? Pazara cumartesi mi gidilsin, pazar mı? Bu şirkette çalışmaya devam etmelimiyim, değiştirmelimiyim? Bu şehirde yaşamalımıyız, taşınmalımıyız? Yatma saati 21:00 mi, 21:30 mu? Akşam saatinde bahçe de oynamalı mı, oynamamalı mı? Önce ödev mi, oyun mu? Doğum günü nerede yapılmalı? Yeni okul kıyafeti alayım mı, beklesin mi? Aaa... Okul? Okulu ne yapacağız? Devlet okulu mu yoksa özel mi? E para yok, burs sınavına girsin mi yoksa başarısız olursa çok etkilenebileceği için girmesin mi? Hangi müzik aletini çalsın? Resim yapması için zorlayayım mı, bırakıverdi bir anda? Günde kaç saat bilgisayar oynayabilir, ya TV? O dizi uygun mu yaşına? Çamaşır makinesi bozuldu, şimdi mi değiştireyim, taşınınca mı? Taşınmak mı? Ev... evi ne yapsam, satıp 8 yıllık borcunu mu mu kapatsam yoksa kiraya mı versem? Eski koca parasını isteyip duruyor, evi versem de kurtulsam mı, savaşsam mı? Oğluma ev bırakmak çok mu gerekli? Annemler bize iyi bir eğitim verdiler, hiç maddi değeri olan bir şeyim olmadı, bende oğluma illa bir şeyler bırakmak için bu adam ile savaşsam mı, verip de kurtulsam mı? Yaz geliyor, çocuğa üst baş almak lazım, bisikler de istiyor. Hangisini önce alsam? Kıyafet lazım. Önce ona mı alsam, kendime mi? Hangimiz daha uzun idare ederiz? İş görüşmesine hangi pantolonu giysem? İlla topuklu şart mı? Beyaz gömlek mi, açık mavi mi? Küçük çanta çok mu ciddiyetsiz gösterir? Saçımı toplarsam çok mu sert görünürüm? Çok kilo aldım, o tencerenin dibindeki yemeği yesem mi, yemesem mi? Dökmek istemiyorum, 3. günü ama bozulacak! Mutfağım çok mu kirlendi? Oğlumun odası felaket halde, yine söylersem surat asacak, karışmazsam toz yumakları hasta edecek! Temizliği yine kendim yapıp belimin ve boynumun tutulmasını göze mi alsam, taşınma bütçesinden verip temizletsem mi evi bu sefer? Temizlik ne ya...ben hangi işi yapacağım esas mesele o? Hangi sektör? Seçme şansım olacak mı? Piyasa da kötü... Oğluma nasıl vakit ayıracağım? Güvende olacak mı? Hastalanırsa, Allah korusun, kim yardım edecek? Yeni patronum anlayışlı biri mi olacak, sert ve sinirli mi? Kendimi geliştirme şansım olacak mı? Oğlumun dönem projesine ne zaman başlasak? Bırakayım kendi yapsın mı, ben hatırlatayım mı? Bu çocuk kaç yaşında otobüse tek başına binebilir? Bunları düşünmek için erken mi? v.s, v.s., v.s...
Yorucu çok. Tek başına tüm kararları almaya çalışmak çok yorucu. Uykusuz kalıyorum çoğunlukla, gerginim biraz bu yüzden. Bazen de en ufak sorulara cevap veremez, en basit kararları alamaz oldum. Mesela saçımın kesilmesi gerekiyor, paspallık ötesi bir haldeyim, pazartesi iş görüşmesi var. Nen ile gideceğiz bugün kuaföre, 6 aydan sonra ilk defa. Çocuk gelecek mi, kocama bırakalım mı diye sordu, cevap veremedim. Bilmem ki? Gelmemeli sonuçta ne işi var kadın kuaföründe ama bilmiyorum işte, bunu düşünmek istemiyorum!
Fakat; karar vermek özgürlüktür. Şükürler olsun ki seçim yapma özgürlüğüm var. İnşallah hayırlı kararlar veririm de; bir de işin ucunda rezil olmak var! Gitti de yapamadı dedirtmem!

Ceket

$
0
0
"Anne gri ceketini bugün ben giyebilir miyim?" diye telefon açtı oğlum bugün.
"Nen, oğlan gri ceketimi giymek istedi" diye yazdım; teyzesi ile hemen bu haberi paylaşmam gerekiyordu.
"Bende babamın ceketlerini giyerdim" dedi, Nen. "Evet, bende" yazdım arkadaşıma, hatırladım babamın parkasını giyerdim.
"Ama o lisedeydi Nen, bu çocuk biraz hızlı büyümedi mi?" Endişelenmeli miyim!
Aradım oğlumu. "Aldın mı ceketi askıdan oğlum?" diye sordum. Daha boyu bile ulaşmaz o askıya, sandalye çekmesi gerekir. Benim ceketimi nasıl giysin!
"Aldım anne" diye cevap verdi hafif çekingen. 
"Ha iyi, oldu mu üstüne bari, sevdin mi?" diye sordum, emindim olmayacağından.
Yanılmışım.
"Oldu anne ya, çok güzel oldu! Sen bunu nasıl giyiyorsun anlamadım, tam bana göre!" dedi sevinçle.
Sevindim mutlu olduğuna. Ayrıca, daha düne kadar elimi içine sokup da tersine çeviremeyecek kadar minik çorapları vardı bu çocuğun. Benim ceketimi mi giyecek? Vay be, zamanın uçuşuna bakın.
Ben erkek gibi giyinirim. Süslü değilimdir. Kot, spor ayakkabı. Gri ceket de kız işi değil. Kaygım o değil. Sadece...
... hani evde babası olsaydı, muhtemelen onun ceketini giyerdi. Değil mi? Yoksa sadece basit bir ortak zevk meselesi mi?

Viewing all 174 articles
Browse latest View live